Transparent White Star

Playlist

31 Temmuz 2015 Cuma

Yorum: Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk (Sun-Min Hwang)



Başlık: Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk
Yazar: Sun-Min Hwang
Yayınevi: Butik Yayınları
Sayfa: 128

Hani bazı kitaplar onlara yüzeysel bakıldığında çok basit görünürler ama derinlerinden kocaman bir dünya barındırırlar ya, işte Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk  tam  da o kitaplardan biri. Belki dili okuduğunuz en güzel anlatımlardan birine sahip değil ama konusu ile bu durumu görmezden gelebiliyor insan. 

Konusu Filiz adındaki bir tavuk hakkında. Tavuk deyip de geçmemek gerek çünkü okurken o kadar çok şey öğretiyor ki insana; yaşam ve ölüm, özgürlük ile tutsaklık, annelik, terk edilmek, dışlanmak, hayal ve umut, yalnızlık... Her şey var bu kitapta ve bir tavuğun hikayesi olmasına rağmen o kadar dokunuyor ki insana yaşadıkları. Ben çoğu yerde ağlamaklı oldum, açık açık söyleyeyim ^^ 

Biliyorum bu kitabı okuyan herkes onu Hayvan Çiftliği (George Orwell) 'ne benzetiyor, ben de benzettim. Ama bir yerde asıl karakterlerin hayvanlar olması dışında pek de benzerlikleri yoktu. Hayvan Çiftliği daha siyasi konuları ele alırken bu kitap çok daha toplumsal, insanın kendisiyle ilgiliydi. Ayrıca her iki kitaba da renk vermek istesem Hayvan Çiftliği'ne gri Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk'a ise sarı rengi verirdim. Hayvan Çiftliği'nin aksine bu kitapta hep bir umut vardı çünkü.

Kitabın dili oldukça sade belki ama en başından beri beni ilgilendiren çok başka şeyler oldu bu kitapla ilgili. İçeriği dışında bir de muhteşem illüstrasyonları vardı ki hiç sormayın! Nomoco isimli bir illüstratörün çalışmaları kitap boyunca beni kendisine hayran bıraktı. Biraz çocuksu belki ama kitapların içinde böyle çalışmalar görmeye bayılıyorum! Kitabı okumayacaksanız bile kendisinin çalışmalarına buradan bakmanızı öneririm --> tıktık


Bu kitabı ülkemizde şimdiye dek kaç kişi okudu bilmiyorum, sayısının çok da fazla olduğunu düşünmüyorum ama şu an bu yazıyı okuyorsanız eğer bu kitaba bir şans vermenizi isterim. Çocuk, genç, yaşlı fark etmez herkesin okuyabileceği bir kitap çünkü. Tabii herkesin kitaptan aldığı mesaj birbirinden farklı olacaktır eminim.

Bibliomaniacs Puanı:


30 Temmuz 2015 Perşembe

Yorum: Karahindiba Şarabı (Ray Bradbury)


Başlık: Karahindiba Şarabı
Yazar: Ray Bradbury
Yayınevi: İthaki
Sayfa: 355
Çevirmen: Ozan&Zeynep Kayalıoğlu

Bu yorumu özellikle yazarın Fahrenheit 451 adlı kitabını okumuş olup şimdi de bu kitabını okumak isteyenlerin dikkate almasını öneririm. Çünkü iki kitap birbirinden tamamen farklı ve her ne kadar yazar aynı olsa da benim gibi biraz hüsrana uğrayabilirsiniz, sonra demedi demeyin. Özellikle bu kitap hakkında sayısını hatırlayamadığım kadar harika yorumlar okuduktan sonra sırf Fahrenheit 451 benzeri bir kitap okumayı umduğum için böyle bir durumda olan benimle aynı duruma düşün istemem. 

Fahrenheit 451 distopik bir dünya ile ilgili iken Karahindiba Şarabı yazarın kendi çocukluğunu temele alarak yazmış olduğu tam bir yazlık kitap. Kitapta yazar özellikle yaşam ve ölümün üzerinde durmuş ama tabi çocuklar ile ilgili olduğu için çok daha hafif bir anlatımı var. Fahrenheit 451 ise dilinin ağır olmamasına, sayfa sayısının oldukça az olmasına rağmen içeriği oldukça ciddi bir romandı. 

Karahindiba Şarabı'nı sevmedim değil ama her ne kadar okurken çok keyif aldığım, işaretlediğim bir çok bölüm olmasına rağmen sıkıldığım kısımlarda vardı. Karahindiba Şarabı benim gibi okurken temponun düşmesinden hoşlanmayan kişiler için iyi bir tercih değil anlayacağınız. Tabii Ray Bradbury'nin tasvirlerine, betimlemelerine kitap boyunca hayran kalıyor insan, aksini asla iddia edemem. Ama ne yazık ki çeviriyi çok beğenmedim. Ben yabancı bir kitabı okurken o kitabın sanki benim ana dilimde yazılmış olduğunu hissetmek isterim, çeviri kokusunu duymaktan hoşlanmam. Tabii yazılmış olduğu kültüre ait bir çok element barındıracağı için illa ki başka bir kültüre ait olduğunu bileceksinizdir ama siz beni anladınız bence. Belki de durum çeviriden ziyade sırf çok fazla kültürel öge barındırıyor olmasında hatta bunun okurun gözüne sokulmasındandır bu durum, kim bilir?. Yine de sonuç olarak ne yalan söyleyeyim kitaba kendimi vermekte çok zorlandım . 

Bunun dışında kitabın kapak tasarımı, boyutu, kağıdının kalitesi ve kitabın esnekliği tam benim istediğim güzellikteydi. Zaten İthaki bu işin piri olma yolunda ilerliyor. Favori yayınevlerimden biridir kendisi, bu durumun yayınladıkları Doktor Who kitapları ile alakası olduğunu da sanmayın sakın, tamamen objektifim  ^^ 

Son olarak bu kitabı okuyacaksanız eğer ve öncesinde Fahrenheit 451'i okumuşsanız sakın benzer kitaplar olabileceğini bile aklınızdan geçirmeden başlayın bu kitaba ve keyfini çıkara çıkara okuyun. Bir de naçizane fikrim okuyacaksanız yazın okuyun ^^ 

Bibliomaniacs Puanı:





27 Temmuz 2015 Pazartesi

Yorum: Kağıt Ev (Carlos María Domínguez)


Başlık: Kağıt Ev
Yazar: Carlos María Domínguez
Yayınevi: Jaguar
Sayfa: 89
Çevirmen: Seda Ersavcı


Kitap okumaktan daha keyif verici bir şey varsa o da sanırım kitaplar ile ilgili bir kitap okumaktır. Kitap okumakla ne derece kafayı yediğimi anlayabiliyorsunuzdur umarım ^^ 

Kağıt Ev'i takip ettiğim bir blogda görmüş ve hemen alışveriş listeme eklemiştim. İyi ki de eklemişim, şu sıralar kitaplardan yana şansım yaver gidiyor. Bir oturuşta bitirdim bu kitabı, zaten 89 sayfa üstüne içinde resimler olan bir kitabı birkaç gün boyunca okumam düşünülemezdi. Bir oturuşta okudum dediğime de bakmayın, öyle çok da hızla bitmedi aslında çünkü bazı satırlarını defalarca okudum, altını çizdim yetmedi post-itler yapıştırdım. Neredeyse sayfa sayısı kadar post-it var kitapta. O kadar hoşuma giden satırlar vardı anlayacağınız. 

Gelelim kitabın konusuna. Kağıt Ev, kitaplara aşık insanlar hakkında bir kitap. Aşık demek onlara haksızlık olur gibi geldi, saplantılı desem, hayatlarının anlamı kitaplar olmuş desem abartmış olmam sanırım. Örnek vermek isterdim ama işin heyecanı kalmaz sonra. Yine de siz bir kitap aşığının gelebileceği en uç noktayı düşünün, evet en uç noktayı...

Açıkçası ben kitabı okudukça kendimden korkmaya başladım, ben de o duruma gelir miyim bir gün diye. Ciddi anlamda ürktüm çünkü bir çok yerinde 'aa, ben de böyleyim' dedim ve ister istemez kendi sonumu düşünmeye başladım. Herhalde o raddeye gelmem diye düşünsem de kafamda yine bir 'acaba?.' var tabi. Ama biz kitaplardan tat almaya bakalım, onların hayatımızı karabasana çevirmesine müsaade etmeyelim. Tabii önce bu kitabı bir okuyalım ^^

Ben kitabı okumadan önce içinde geçen bazı kitapları okumak istedim ama beceremedim. Sizin imkanınız varsa en azından Joseph Conrad'ın Gölge Hattı isimli kitabını okuyabilirsiniz zira kitapta önemli bir noktaya sahip. Ama çevirisi var mı pek emin değilim.

Olur da benim yorumum sizi ikna edemezse buyurun bahsettiğim o blog yazısı: tık tık

Şu an her ne okuyorsanız, keyifli okumalar ^^

Bibliomaniacs Puanı:


25 Temmuz 2015 Cumartesi

Yorum: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Stefan Zweig)


Başlık: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Yazar: Stefan Zweig
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Yayınları
Sayfa: 62
Çevirmen: Ahmet Cemal

"Sana, beni asla tanımamış olan sana,"

Diyerek başlıyor Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. Sanırım bu satırları hayatım boyunca her zaman anımsayacağım çünkü kitap içime o denli işledi. Ve hala şaşkınım, nasıl olur da bir erkek, bir kadının iç dünyasını bu kadar güzel bir biçimde kaleme alır. Bu kitapla Stefan Zweig'e ikinci defa hayran oldum. 

Yazarın Satranç adlı kitabını daha yeni okumuş ve çok beğenmiştim, o kadar ki hemen bu kitabını sipariş etmiştim hem de konusunu bile okumadan. Ve neyse ki yazar beni yanıltmadı çünkü mükemmel bir kitap daha okudum dün gece bir oturuşta. Uzun zamandır okuduğum en iyi kitaptı desem yalan söylemiş olmam. 

Kitap kısacık, adından da anlaşılacağı üzere bir kadının mektubundan oluşuyor. Kadının adını kitap boyunca öğrenemiyoruz, hakkında tek bildiğimiz R. isimli ünlü bir yazara çocukluğundan beri aşık olduğu. Öyle ki bu durum saplantı haline gelmiş diyebiliriz. Hayatı o adama olan aşkı olmuş. Bay R. bu kadını tanımıyor(hatırlamıyor) ama ben okuduğum her cümleden sonra nasıl olmuş da bu kadın bu aşkı sadece kendine saklayabilmiş diye şaşırıp kaldım. Çünkü öylesine büyük bir aşk ki yaşadığı ya da saplantı, artık adına ne derseniz.

"Çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz."

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu son söz kısmını saymazsak sadece 55 sayfadan oluşan ama derinliği çok fazla olan mükemmel bir kitap. Ve herkese hiç düşünmeden önerebileceğim bir eser. Yazarın kalemine çeviriyle bile hayran olduysam orijinalini okumak nasıl hissettirirdi bilemiyorum. Ama Ahmet Cemal harika bir çeviri yapmış, teşekkür ederiz. Ben yazarın yeni kitaplarını araştırırken siz de iyisi mi zaman kaybetmeden bu kitabını olmadı Satranç'ı alın ve okumaya başlayın zaten sadece 55 sayfa, ne kaybedersiniz ki ^^ 

Bibliomaniacs Puanı:


24 Temmuz 2015 Cuma

Top 5 Cuma - Kapak Tasarımı Karşılaştırmaları

İnternette bir sayfada kapak kıyaslamasının yapıldığını gördüm ve her seferinde kendi kendine kapakları karşılaştıran biri olarak bu haftanın Top 5 listesi neden bununla ilgili olmasın dedim. Uzun bir araştırma yapmadım bunun için, sadece zaman zaman dikkat ettiğim kitaplardan bazılarını ekledim listeye ve tabi özellikle bizdeki kapak tasarımlarını daha iyi bulduklarımı seçmeye çalıştım. Buyurunuz o kapaklar:

vs.


Kendimce bizdeki kapak tasarımını son derece başarılı bulduğum bir kitap olan Trendeki Kız'ı listenin en başına koymak istedim. Her ne kadar kitabı satın alamasam da önce internette fotoğraflarıyla sonra da fuarda gerçek hali ile karşılaşmış biri olarak bizimkinin kat kat daha güzel olduğuna eminim. Bir kere kitabın kılıfı olması fikri ve kılıfı çıkartınca bambaşka bir manzara ile karşılaşılıyor olması mükemmel. Orijinalinden ziyade bizdeki trenin içinden dışarıya bakma fikrini çok daha başarılı ve kitap ile uyumlu buldum diyebilirim. İthaki'ye hayranlığımdan kitabı kayırdığım falan yok yanlış anlaşılmasın! 

 vs.

Trendeki Kız için kendimden ne kadar eminsem Golem ve Cin için bir o kadar kararsızım. Aslında kitapları seçerken bizim tasarımın daha güzel olduğunu düşünmüştüm ama şu anda emin değilim. Bir yandan fantastik ve gerçek ötesi olmasından dolayı bizimki iyi diyorum bir yandan da kimi kandırıyorsun diğeri de gayet hoş olmuş özellikle kenarındaki eskitme efektleri ile çizimler ve renk seçenekleri. Tamam kabul ediyorum bu kitabı şimdi alacak olsam iki tasarım arasından kesinlikle orijinalini tercih ederim. DK'ı beğendiğim bir gün gelecek mi merak ediyorum. 

 vs.

Evet, evet biliyorum öyle havalı bir kapak tasarımı dururken bizim sade tasarımı seçiyor olmam biraz saçma duruyor. Ama Edgar Allan Poe'nun hikayeleri beni yeterince ürkütürken bir de üzerine öyle ürkünç tasarımlı bir kitabı alarak kendime hiç eziyet edemem. Ayrıca İthaki'nin yazar için belirlediği o özel fontu her zaman çok sevmişimdir, hem kitabın sırtı da mükemmel ötesi görünüyor. 


Bunu da eklemeden edemiyeceğim zira her kitabın farklı bir renge sahip olması ve kitap sırtlarının yan yana gelince ortaya Edgar Allan Poe'nun yüzünün çıkması fikri kiminse gelsin yanaklarından öpeceğim! Gerçi bir fazlalık var gibi orada, o fazlalık bende olsa fena olmazdı hani. İlk ve tek Poe kitabımı Penguin'in dokulu kitaplarından almamış olsaydım bu seriye balıklama atlardım.

 vs.


Listeye bir tane Can Yayınları eklemeseydim çok üzülürdüm. Çünkü yayınevinin klasik beyaz kitap tasarımının dışında başka tasarımlarına çok denk gelmiyorum. Her ne kadar o tasarımları sevsem de arada insan farklılık istiyor. Ve ben bu Orwell tasarımını orijinalinden çok daha fazla sevdim. Kitabı okumadım ama Orwel kitaplarını İngilizce okuma fikrinden çoktan vazgeçtim.

 vs.

Ve 'bence' en güzelini en sona sakladım. Evet biliyorum 'yine mi İthaki?.', ama sanırım ben bu yayın evinin tasarımlarına aşık oldum. Önceden her şeyiyle sadece Can Yayınları vardı bazen de YKY ama artık İthaki. Kitapları olsun, çevirileri olsun, tasarımları... Her şeyleri bir harika.
Aslında iki tasarım da birbirine çok benziyor ama ben İthaki'nin renk seçimini, karahindiba yapraklarından asılan adamların fikrini, kitabın boyutunu ve dokusunu çok ama çok sevdim! Gerçi karahindiba yeşili diye bir renk var belki orijinalindeki renk seçimi ondan geliyordur. Her neyse ben her halükarda İthaki'ninkini daha çok sevdim, Fahrenheit 451 'i çok sevmiştim, bu kitabı da seversem İthaki'deki diğer tüm Bradbury kitaplarını alacağım.  Tabi okunacak kitaplar rafımı azalttıktan sonra.



23 Temmuz 2015 Perşembe

Yorum: Brida (Paulo Coelho)



Başlık: Brida
Yazar: Paulo Coelho
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa: 224
Çevirmen: Seçkin Selvi

Kitap Brida adındaki bir cadının yeteneklerini keşfetmek için çıktığı yolda gösterdiği gelişimler ve bu yolda ona yardım eden kişiler hakkında.

Lafı uzatmadan hemen söyleyeyim, Brida benim için Elif'ten sonra ikinci Paulo Coelho hayal kırıklığı oldu. Gidişatı sevmedim. Çok vasat kalmış. Tamam, Paulo Coelho kısa ve öz yazar ama kimse kusura bakmasın bu sadece kısa olmuş. Kitabın tanıtımını okuduğumda daha derin meselelerden bahsedilecek zannederken böylesine yüzeysel yazılmış bir kitap ile karşılaşmak açıkçası beni şaşırttı. Oysa konusu bence çok iyiydi, yazar böyle bir konuyu yazık etmiş diye düşünüyorum.

Bu da yetmezmiş gibi karakterleri de sevmedim. Özellikle Brida'yı, asıl karakterin sevilesi olması gerekmez mi?. Ben kendisini çok itici buldum. Diğer karakterleri de pek sevmedim, yazarın oluşturduğu kurgu yüzünden böyle oldu belki ama sonuçta olan oldu. 

Ayrıca kitapta doruk noktası da yoktu. Hep aynı düzeyde ilerleyen bir kitaptı bu da doğal olarak beni sıktı. Başlangıçta değil belki ama sonlara doğru cümleleri o kadar hızlı okudum ki eminim bir çok cümle gözümden kaçmıştır. Ayrıca asıl konu bir yerde, yaşananlar bir yerdeydi. Brida'nın içsel gelişimine çok da tanık olamadım okur olarak. Ay Töresi, Güneş Töresi gibi önemli kavramların da ne olduğuna dair pek bilgi sahibi olamadım. 

Sonuç olarak, çok sevdiğim bir kitap olamadı ne yazık ki. Ama tabi bu durum yazarın diğer kitaplarını okumama engel değil. Diğer kitaplarını da kesinlikle okuyacağım -belki Aldatmak haricinde-. 

Yazarın başka kitaplarını okumadıysanız başlangıcı bu kitap ile yapmanızı tavsiye etmem ama okumak için kendini arayan bir karakter ve mistik bir hikaye arıyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz ^^

Bibliomaniacs Puanı:


22 Temmuz 2015 Çarşamba

Yorum: Ermiş (Halil Cibran)


Başlık: Ermiş
Yazar: Halil Cibran
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Yayınları
Sayfa: 54
Çevirmen: Ayşe Berktay


Bazı kitaplar var ki bir yandan kendimi onlar üzerine yorum yapmak zorundaymış gibi hissediyorum bir yandan da yapmasam daha iyi diyorum. Ermiş de onlardan biri oldu benim için. Çünkü bu kitabı 1 sene önce okumuş olsam çok daha başka şeyler yazacağıma eminim. Bu yüzden de 1 senenin neden bu kadar önemli olduğunu sizlere güzel bir şekilde ifade edememekten korkuyorum açıkçası. Ama deneyelim ve görelim ^^ 

"İnsan için tüm amaçlarını susuzluktan çatlamış dudaklara ve tüm yaşamı bir çeşmeye dönüştüren bir armağandan daha büyüğü yoktur kuşkusuz. Benim şerefim ve ödülüm işte bu armağanda yatıyor. Ne zaman içmek için çeşmeye gelsem, diri suyun kendisini susamış bulmamda..." Yıllar boyu kendisine yurt olan kentten ayrılırken, Ermiş'ten geride bıraktığı halka hitap etmesi istenir. Kent halkı ona aşk, evlilik, suç, ölüm, güzellik ve daha pek çok konuda sorular yöneltir. Aldıkları karşılık, hoşgörü ve sevginin biçimlendirdiği bir insan yaşamı üzerine hazine değerindeki öğütlerdir. Haklıyla haksızın, suçluyla suçsuzun, dimdik ayakta duranla düşmüşün aslında aynı insan olduğu bir yaşamdır bu...

Bu kitap kısa kısa bölümlere ayrılmış ve her bölümde hayata dair konulara cevaplar aranmış. İnternette kitap ile ilgili yorumlarda hep kitaptan alıntılara rastladım. Çoğu da birbirinden farklıydı, bu yüzden ben alıntı eklememeye karar verdim. Çünkü fark ettim ki bu kitapta herkesin altını çizdiği satırlar birbirinden farklı. Sizin maceranıza yön vermek istemedim açıkçası. Kitabı çok beğendim ama dediğim gibi geçen sen okusaydım kesinlikle farklı olurdu. Sanırım ben aradığım şeyi bulmuşum, şimdi ihtiyaçlarım, sorularım daha başka. Bu kitap o yüzden bana biraz okuduğum başka kitapların tekrarı gibi geldi. Tekrarı derken yanlış anlaşılmasın, bendeki etkisi ya da aldığım mesajlar çok farklı olmadı demek istiyorum. Sanırım ben bazı şeyleri aşalı çok olmuş. Bu kitabı bu sene okuyun sonra seneye bir daha okuyun eminim dediğimi anlayacaksınız. 

Ama bu kitabı herkese gönül rahatlığıyla okumalarını öneririm. Belki ben de seneye bu kitabı tekrar okursam, bugün okuduğumdan çok daha başka mesajlar alacağım kim bilir.

Not: Bu kitap ile ilgili araştırma yaptığımda birçok yayın evinden basımı olduğunu gördüm, okurların çoğu çevirmen olarak Ayşe Berktay'ın çevirisi olan kitabı önermişler. Siz de alacaksınız dikkatli olun derim ^^

Bibliomaniacs Puanı:





15 Temmuz 2015 Çarşamba

Yorum: The House We Grew Up In


Başlık: The House We Grew Up In
Yazar: Lisa Jewell
Yayınevi: Arrow
Sayfa: 430


Wow!! The House We Grew Up In hayatım boyunca okuduğum (okumaya dayanamayıp yarım bıraktıklarımı saymıyorum) en berbat kitaptı. Abartı yok, tamamiyle gerçekler. Genelde bir kitabı beğenmiyorsam sebebi yazarın dilini sevmememdir, konusundan böylesine nefret ettiğim bir kitap ile ilk defa karşı karşıyayım. Şaşkınım, sayfalar ilerledikçe işler en fazla bu kadar iğrençleşebilirdi çünkü.

İsterseniz her şeyi en baştan anlatayım... Sanırım 3-4 ay kadar önceydi, idefix.com'den 3 kitap sipariş etmiştim. Bunlar: Fangirl, Elizabeth is Missing ve The House We Grew Up In. Fangirl'ü herkes biliyor zaten ama diğer ikisini tamamen konusuna, başlığına ve de kapak tasarımlarına bakarak sipariş etmiştim. Önceki yorumlarımı okumuşsanız, Fangirl ve Elizabeth is Missing'i çok sevdim. Ama ne yazık ki aynı şeyi için The House We Grew Up In söyleyemiyorum.

Kitap bir aile ile bu aileyi parçalayan sırlar ve yıllar sonra tekrar bütün (hemen hemen) aile üyelerinin bir araya gelmeleri ve hayatlarındaki en büyük sırrın açığa çıkması ile ilgili.

Kitap başlangıçta belli bir düzen içinde ilerliyordu. Her bölüm Lorelei'nin Jim'e yazdığı mektuplar(2011) ile başlıyor daha sonra Meg&Molly'nin Bird House'a gelmeleri ile başlayan zamanı konu alıyor(2011) sonunda da olayların patlak vermeye başladığı Easter bayramından itibaren olan olayları kapsayacak şekilde biten her bölümde 3 ayrı yer ve zaman vardı diyebilirim. Başlangıçta yazar ilahi bakış açısıyla daha çok Meg'in hayatına ve düşüncelerine odaklanmıştı. Ama oldukça geç bir zaman sonra tüm karakterlerin penceresinden bakmaya başladık kitaba. Benim için kitap bu noktada kabuk değiştirdi diyebilirim. Açıkçası bu durumdan çok da haz etmedim.  Meg'in gözünden olaylara bakmak çok zor olmuyordu, alışmıştım ama bir çok karakter olaya dahil olunca kafam karıştır çünkü her birinin kendi doğrusu, bakış açısı vardır. Zaten karmaşık bir düzene sahip olan kitap böylece daha anlaşılmaz bir hal almaya başlamıştı. Karakterler güven vermeyen karakterler olduğu için yapmaya çalıştığım analizler de sonuç vermez oldu tabi. 

Açıkçası entrika bekliyordum ama bu kadarını hiç ummuyordum ne yalan söyleyeyim. Kitap gittikçe mide bulandırmaya başladı. Ne oedipus, electra komplekslerine tanık oldum bir bilseniz. Aman bu kitabı kimse okumasın. Zaten ne amaçla yazılmış hiç anlamadım, okura kazandırdığı hiçbir şey yok. Ne kadar mükemmel bir hayata sahip olduğunu görmek ya da depresyona sokmak dışında okurda bir değişikliğe yol açmıyor, hangi yola gireceğinizi de Allah bilir. Halbuki kitabı ilk okumaya başladığımda dilini çok samimi bulmuş, ve kendimce seveceğimden çok emindim. Kötü şeyler olacağını bildiğim için de bazı yerleri d esırf karakterleri iyi analiz etmek için özellikle notlar almaya çalışmıştım. Ama elde var koca bir SIFIR. Olayların sebeplerine dair mantıklı açıklamalar yoktu kitapta. Yersiz, saçma sapan kararlar veren karakterleri, bu kararları da mantıklı açıklamalara dayandırmaya çalışan bir yazarın kitabını okudum anlayacağınız. 

Hangi akla hizmet Sunday Bestseller olmuş onu da hiç anlamadım zaten. Bu kitapla da henüz başlamamış olan Jojo Moyes macerama da böylece son vermiş oldum. Bu kitabı beğenen her yazarla ilişkimi kesiyorum^^ Kitabı da sırf verdiğim 20 Tl için okudum zaten!

Not: Bu kitabı okumayın.

Bibliomaniacs' Puanı:


13 Temmuz 2015 Pazartesi

Yorum : Kodin


Başlık: Kodin
Yazar: Panait Istrati
Yayınevi: Oda Yayınları
Sayfa: 109

Merhaba kitap kurtları, sınav derdinden kurtulup tüm ilgimi kitaplarıma verdim ve hızlıca kendimi bloğa attım. Okul ve sınav telaşesi içinde dayanamayıp kitap alışverişi yapmış olabirim ama hiçbirini okuyamadım. Bu duruma o zamanlar üzülüyordum ama şimdi seviniyorum çünkü okumak için sabırsızlandığım kitaplarım kitaplığımda beni bekliyorlar. Bu telaşe içerisinde bir gün hastanede sıra beklerken bu kısacık incecik kitabı okudum. Bir çırpıda okunup bitiyor zaten ve sanırım hastane ortamının da verdiği hislerle baya bir etkilendim kitaptan. Kitabı güzelleştiren şey hayatın içinden olması. Yazar, sevgi ve iyilik kavramlarını işliyor ama değindiği her bir nokta çok gerçekçi o yüzden de okudukça etkileniyorsunuz. Zaten yazar 20 yıl dünya turu yaptıktan sonra gözlemlerini öyküsel olarak kaleme almış ve sonucunda bu öyküler çıkmış ortaya.

Kitabımız 3 tane kısa öyküden oluşuyor; "kodin"," bataklıkta bir gece" ve "kir Nicolas". Bu öykülerin ortak yanları şunlar; üçü de hayatın içinden ve üçüü de aynı çocuğun gözünden anlatılıyor. Çocuğumuzun ismi Andrien, babası tüccar annesi çamaşırcı ve babasının küçük yaşta ölmesiyle  annesiyle birlikte yaşam mücadelesi veriyor ve oradan oraya geziyorlar. Benim kitabı okuduktan sonra edindiğim bir bilgi var ama bence kitabı okumadan önce bilinmesi gerekiyor ki o da şu; Andrien ile yazarımızın hayatları çok benzer ikisinin de annesi babası aynı işi yapıyor ve aynı hayatı yaşamışlar. Ben bunu öğrendikten sonra kitaba bir kat daha gerçekçi olarak baktım. Neyse 3 öykü, demiştim. Kodin ve Kir Nicolas bence en iyileri ama maalesef bataklıkta bir geceyi ben sevmedim, belki siz seversiniz. Kodin sevgi kavramını işlemiş- hatta sevgi ve iyilik kavramı bir arada desem daha doğru. Küçük bir çocuğun iri cüsseli, herkesin ondan korktuğu, aslında iyi bir kalbi olan ama çıkar ilişkisinden dolayı hayatın kötü olmaya zorladığı bir adama karşı karşılıksız sevgisini anlatıyor. Okudukça insanların bu kadar kötü olduğu bu dünyada karşılıksız sevginin önemini anlıyorsunuz. Kir Nicolas ise iyilik kavramını anlatmış ama çok çok güzel anlatmış. Bence bu kısacık kitabı okuyun ve okudukça da insanları sorgulayın.

Not 1 : Bir zamanlar bu kitap Türkiye de yasaklanmış, nedenini bilmiyorum ama tahmin etmek zor değil.

Not 2 : Ben bu yayın evinin çevirisini çokta beğenmedim almadan önce bir yayın evi araştırması yapmak isteyebilirsiniz. 

Bibliomaniacs Puanı : 

  

2 Temmuz 2015 Perşembe

Temmuz Ayı Okuma Listesi


Okumaktan en çok hoşlandığım blog yazıları Okuma ve Okunacaklar listeleridir. Ben de düşündüm ve neden bu ayın okuma listesini oluşturmuyorum ki dedim. Tabi üzerine yazı yazmak için önce bir listenin olması gerekiyor, normalde yakın bir zaman için okuyacağım kitapları belirlemem daha çok içinde bulunduğum sene içinde bir zaman okumak istediklerimi belirlerim. Ve sanırım ilk defa aylık bir liste hazırladım, haydi Allah utandırmasın ^^ Kpss'nin yaratmış olduğu bir psikoloji galiba bu, kitaplığımdaki bütün kitapları bir ayda okuyacakmış gibi hissediyorum kendimi -tamam belki sadece yarısını... 

Kitaplara gelecek olursak:


Bu kitabı sipariş ettiğimde sadece konusunu biliyordum, daha önce hiçbir yerde görmemiştim ama daha sonra kitaba çok sık denk geldim. Sanırım bu iyiye işaret. Sırlarla dolu bir aileyi ve zamanla o sırların ortaya dökülmesini anlatan bir roman. Azıcık entrika dolu bir kitap okumak yaz için fena bir tercih olmaz diye düşündüm de ^^



Yazarın Fahrenheit 451 kitabını okumuş ve çok beğenmiştim, o zamandan beri de başka kitaplarını okumak için sabırsızlanıyordum. Duyduğum kadarıyla yazarın kendi hayatına dair bilgiler varmış kitapta. Fahrenheit 451'in önsözüne bayılan biri olarak Karahindiba Şarabı'nın harika bir kitap olacağını şimdiden biliyorum! Olmasa da sorun değil, kapak tasarımı harika nasılsa. 



Christian Jacq - Ramses/Işığın Oğlu (Remzi Kitapevi)

Bu kitaba bir blogda denk gelmiştim. Ve hemen okumak istemiştim, biraz geç temin ettim ama sonunda bu seriye başlayacağım.Umarım duyduğum gibi güzel bir kitaptır gerçi Remzi Kitapevi'ne güvenimiz sonsuz ama yine de ...




Paulo Coelho'nun kim olduğunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Ama olur da bilmeyen çıkarsa diye: 'Simyacı' demek yeterli sanıyorum. Kitabın konusu ile ilgili pek bir fikrim yok sadece ,yanlış hatırlamıyorsam, büyü yapan bir kızı anlatıyor kitap. Yazarın okuduğum her kitabını sevdim, bu yüzden Brida için beklentim yüksek.



Serdar Özkan - Aşkın Resmi (Artemis)

Aşkın Resmi yazarın Kayıp Gül kitabının devamı niteliğinde. Kayıp Gül'ü seneler önce okumuş ve çok sevmiştim. Serinin bütün kitaplarını okumazsam pişman olacakmışım gibi hissettim ve bu ay bu işi bitirmeye karar verdim. Kitaba şimdiden başladım bile ve ne yazık ki yazara dair olan fikirlerim değişiyor gibi. Bakalım sonunda da aynı düşünecek miyim.



Danielle Steel - A Good Woman (Delacorte Press)


Annabelle, New Yorklu zengin bir ailenin iyi yetişmiş bir kızıdır; hayalleri, umutları vardır. Ama henüz on dokuz yaşını bile doldurmamışken, acılar, kayıplar ve düş kırıklıkları üst üste gelmeye başlar… 1900’lerin başında geçen bu romanda Danielle Steel, erkeklere göre biçimlenmiş acımasız bir dünyada, ne kadar “iyi” bir kadın olursanız olun kolaylıkla “kötü” damgası yiyebileceğinizi ortaya koyuyor.
Danielle Steel'in Türkçe'ye çevrilmiş 50'yi aşkın kitabı var. Toplam kaç kitabı var sormayın, hiç bilmiyorum! Adını duymamış olmam da şaşırtıcı ama ne demişler bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Ve bu ay kendisi ve kitapları ile tanışacağım çok heyecanlıyım. 



Bu yaz için tek temennim en azından güzel kitaplarla dolu olması. Sizin de önerileriniz varsa duymaktan mutlu olurum ^^ 


Not: A Good Woman ile Ramses'i ne yazık ki okuyamasam da Temmuz ayı boyunca fazladan 4 kitap daha okudum. Hiç yoktan iyidir değil mi ^^