Transparent White Star

Playlist

30 Ağustos 2015 Pazar

Bu Hafta Neler Okudum ?

Baktım bu hafta bayağı kitap okumuşum, Hepsine de yorum yapmak istemeyince neden toplu bir yazı yazmıyorum dedim kendime. Gerçi Biz'e yakında uzuuunca bir yorum yaparım diye düşünüyorum ama bakalım ^^

P.S: Bordo&Siyah Klasikleri sadeleştirilmiş mi değil mi emin olamadım. Kontrol edince sadece Kadınlar Okulu'nun daha kalın versiyonlarına denk geldim ama bilemiyorum.. Bilginiz varsa paylaşırsanız sevinirim ^^


Kadınlar Okulu - Andre Gide

Hafta başında okuduğum ilk kitap Kadınlar okulu oldu. Teyzemde kalırken kendi kitabımı okumaktansa hazır kocaman bir kitaplık bulmuşken başka zaman olsa okumayacağım klasiklere bir şans vermek istedim. Özellikle en ince olanlarını seçtiği fark edeceksinizdir birazdan ama pişman değilim.

Kadınlar Okulu hiç de beklediğim gibi bir kitap çıkmadı, tanıtım yazısını okumadan başlayınca bir kitaba böyle oluyor işte. Kitap bir kadının sevdiği adamla anlaşıp daha sonra birbirlerininkini okumak üzerine anlaşıp yazmaya başladığı bir günlük aslında. İki bölümden oluşuyor. İlk bölüm kadının kırılma noktasından öncesi ikinci bölüm ise sonrasını kapsıyor. Ve kitapta en sevdiğim nokta bu kadının 20 yıl boyunca nasıl bir değişimden geçtiği oldu. Kültürel yanısımaları da okumak oldukça hoştu tabii. 




Vahşetin Çağrısı - Jack London

İkinci okuduğum kitap ise aslında benim ilk Jack London kitabım. Kitap Buck isimli bir köpeğin kurda dönüşme serüvenini anlatıyor. Vampir, kurt hikayeleri gibi bir şey değil tabii, zaten Buck'ın bir yanı kurtmuş fakat sadece fark etmesi biraz zaman alıyor. 

Dediğim gibi ilk Jack Londom kitabımdı ama bu kitabı gerçekten sevdim. Özellikle ilerleyişi çok hoşuma gitti. Ve her insanın hayvanlara olan davranışlarının farklı olduğunu bir kez daha görmek kimi yerde acı olsa da hoş bir deneyim oldu benim için. Jack London denilince aklıma gelecek kitaplardan biri olacaktır eminim. 

Bir de gerçekten öyle midir bilmem ama kitapta bahsi geçen vahşetin çağrı aslında Buck'a mı yoksa insanlığa mı durup bir düşünmek gerek.


Perili Ev - Charles Dickens

Ben Charles Dickens'ı Bir Noel Şarkısı ile onun tanıdığım andan itibaren çok seviyorum ama nedense bu kitabı bana pek hitap etmedi. Daha dingin kafayla mı okusaydım bilemiyorum ama bazı şeyler eksik kaldı. Sonunda beni tatmin eden bir kitap olmadı ne yalan söyleyeyim. Belki yakın bir zamanda orijinalini alır da okurum ama şimdilik Dickens denilince aklıma bu kitabı gelir mi ondan bile emin değilim.


Biz- Yevgeni Zamyatin
Ve sonunda distopyanın babasıyla tanıştım! Biraz-cık hayalkırıklığı oldu ama yine de okuduğuma kesinlikle pişman değilim. Sadece keşke ilk bu kitabı okusaymışım diyorum o kadar. 

Kurgu olarak yine muhteşem bir kitaptı ama anlatımı... İşte bunu nasıl ifade edeyim bilmiyorum, biraz karmaşıktı. Belki de matematikten hiç haz etmediğim için böyle oldu. Ben fizik seviyorum arkadaş matematik de ne!

Sanırım bu kitabı 5 günde bitirdim ve bunun tek sebebi yazım tarzıdır. Siz anlayın ne demek istediğimi. Bunun üzerine uzunca bir yazı yazmak istiyorum zira harcadığım post-itlere yazık olmasın üzülürüm ^^



Johnny Be Good - Paige Toon

Ve yaklaşık yarım saat önce bitirdiğim kitap: Johnny Be Good. Ben mod okuyucusuyum, elimde okuduğum 5 kitap olsun, eğer modum değişmişse anında yeni bir kitaba başlarım beni kimse tutamaz. İşte dün gece de böyle oldu, aslında gündüz Biz'i bitirmiş sonra da Silahlara Veda'ya başlamıştım ama gece o modda olmadığımı anladım ve hemen Sophie Kinsella vari bir yazar arayışına girdim. Kinsella'nın en sevdiğim chick-lit yazarı olduğunu söylememe gerek yok artık sanıyorum ^^ 

Bir Mcfly hayranı olarak da Tom'un sevgili eşi Giovanna Fletcher'ı bazen youtube'dan ve çoğunlukla Goodreads üzerinden takip ediyorum. Sevimli bir insan ^^ Bu kitabın da onun listesinde 5 puan aldığını görünce hemen okumak istedim.

Aslında sonuna kadar her şey güzel ilerliyordu. Benim için Kinsella'dan daha farklı bir kulvarda ilerleyen bir yazar olsa da yazarın kalemi oldukça sürükleyici. Ama işte kitabın sonu yok mu, orada sinirlerim bozuldu. 

Yani ben chick-lit okurken böyle hada safiyane duygular bekliyorum karakterlerden, işlerin böyle saçmalamasına hiç gerek yoktu. Okursanız demek istediğimi eminim anlarsınız. Ama epilogue kısacık olduğu için orasını görmezden gelirsem 400 sayfa olsa da çok güzel bir kitaptı diyebilirim. Hem her şey bir yana, bu kitap ile Alfabetik Okuma Maratonu'nda 'J' harfini de başarıyla tamamladığıma göre okuduğuma asla pişman olmayacağım. Ayrıca İngilizce'mi geliştirdiğini de düşünüyorum.. Daha ne olsun!

Bu hafta gerçekten iyi okumuşum, umarım yakın zamanda yine böyle çok kitap okur ve böyle bir liste hazırlarım. Her zamanki gibi önerilerinize de açığım ^^ 

28 Ağustos 2015 Cuma

Top 5 Cuma - Okuma Köşeleri

Bu sene atamalar sonunda! gerçekleşir de atanırsam, önümüzdeki sene için en çok heyecan duyduğum şeylerden biri benim diyebileceğim bir evde kendime ait olan bir okuma köşesine sahip olma fikri. Aklıma geldikçe içimde kelebekler uçuyor ^^ Tabi bu zamana kadar boş durmadım ve bu köşede ne gibi eşyalarım olsun isterim diye karar verdim, yetmedi bir pinterest köşesi bile oluşturdum bu fikir için. Benim için bu köşede olması gereken eşyalar: 

1. Rahat mı rahat 'tercihen' vintage bir berjer. 
2. Çok küçük olmayan, ve berjere yakışan bir puf. -Yatma pozisyonuna geçerken sorun olmasın değil mi ^^ -
3. Lambader.
4. Köşe Sehpası.
5. Duvarda birkaç fotoğraf, resim...
6. Berjer üzerine mini bir battaniye.
7. Veeeee: Kitaplık ya da raf. 

Benim hayalimdeki köşe, kitaplık dışında sadece kitap okumalık, bir şeyler içmelik bir köşe. Bu yüzden aslında kitaplık yerine rafı tercih ederim. Kitaplar içinde boğulmaya gerek yok. Neyse bu hayalleri bir kenara bırakıyorum, ve aslında özellikle mobilya olarak benim hayalimdekinden farklı olan ama çoook beğendiğim 5 okuma köşesini paylaşmak istiyorum. Tabi bunlardan daha mükemmelleri de vardı ama düşününce onlara bakmak bile üzer insanı. En azından beni, çünkü bakmakla kalacağımı biliyorum. O yüzden ayakları yere basan biri olarak ben birazdan göreceğiniz fotoğraflardaki köşeleri çok sevdim. 


Bu fotoğrafı görmeyen yoktur sanırım. Yine paylaşıyorum ama ne yapayım, bak bak doyamıyorum. Tamam ayaklarım yere basıyor, yapabileceğim bir köşeye benzer fotoğraflar paylaşmak istedim ama ne yapayım bu fotoğrafa dayanamıyorum. Benim en sevdiğim okuma mekanı kocaman bir ağacı gören pencere kenarıdır. Şekli şemali sorun değil. Benim odamda pencereler her ne kadar yüksekte kalsa da ne yapıp edip onların boyuna erişip kitap okumaya bayılıyorum. Çünkü; ağaç, yeşillik, kuş sesleri ve huzur.


Ve işte hayalime çok yakın olan bir okuma köşesi. Kitaplarla dolu raflar, fotoğraf&resimler, üzerinde yayılmalık bir berjer (ya da her neyse). Lambader ve kısmen ... battaniye. -Bu köşeye düzgün bir okuma battaniyesi şart- Kitap köşesi için en önemli şey iyice yayılarak oturabileceğiniz, hatta yatabileceğiniz bir berjerdir benim için. Bu fotoğraftaki de oldukça rahat görünüyor ^^


Neden bu fikir aklıma daha önce gelmedi bilmiyorum ama evdeki bir balkonu kapattırıp böyle bir köşe yapabilirmişim meğer. Kendi balkonumun yarısı bile yeterdi bana. Tükettiğim yıllarıma acıyorum şu an. Kitaplık dışındaki eşyalar her ne kadar tercihim olmasa da bir bütün olarak çok sevimli duruyor. Bayıldım! 


Demek camın yere kadar olması gerekmiyormuş. Bu şekilde bir düzenekle harika bir okuma köşesine sahip olabilirmiş insan. Ailecek tembel olduğumuza bir kez daha kanaat getirdim dostlar. Ne vardı yani sevgili ebeveynlerim zamanında çocuklarına şöyle bir köşe yapsalarmış. Tabi oturma kısmı azıcık daha geniş olsaymış.


İşte her ne kadar çok basit görünse de benim düzenek olarak aklımdaki okuma köşesi bu şekilde. Tabii kesinlikle gri ağırlıklı değil. Sol köşeye de şöyle mini bir kaç raf yerleştirdik mi... Berjer de daha rahat olabilirmiş tabii. Ama sonuç olarak böyle bir şey kafamdaki okuma köşesi.

Umarım yakın bir zamanda kendi köşemi oluşturduğumda, fikir olarak onu da paylaşabilirim. O zamana kadar bu fotoğraflara bakmaya devam edecek gibi görünüyorum ^^



24 Ağustos 2015 Pazartesi

Yorum: Sineklerin Tanrısı (William Golding)



Başlık: Lord of The Flies (Sineklerin Tanrısı)
Yazar: William Golding
Yayınevi: ff
Sayfa: 225



Blog yazılarımda distopya romanlarını (özellikle Orwell'in 1984'ünü) ne kadar sevdiğimden defalarca bahsetmişimdir. Sizleri bilmem ama ben günümüz dünyasından bambaşka bir dünya yaratılan bu romanlara bayılıyorum hele de bu kitaplar metafor ve sembollerle dolu oldu mu benim için bu metaforların ne anlama geldiğini bir yapboz çözermişcesine çözmek gibisi yok diyebilirim.

Sineklerin Tanrısı da William Golding'in II. Dünya Savaşı'ndan sonra yazdığı distopik bir roman. Kitap Ralph ve Domuzcuk (Piggy) isimli iki İngiliz çocuğun arasında geçen konuşmalarla başlıyor. Bu iki çocuk, atom bombalarından korunmak üzere güvenli bir yere görütülmeye çalışılırken uçaklarının kaza yapması sonucu ıssız bir adaya düşen çocuklardan sadece ikisidir. Adada sadece çocuklar vardır, erkek çocukları. Yaşları ise 6-12 yaşları arasındadır. Başlangıçta demokratik bir şekilde aralarından bir temsilci seçip, kurtulmak için planlar yapan bu çocuklar yavaş yavaş vahşileşmeye başlarlar. Kitap bu yönüyle her ne kadar oldukça karamsar görünse de sonraları umudun hala var olduğunu görüyorsunuz.

Başlangıçta tüm çocuklardan nefret edeceğimden korkmuş olsam da sonradan aslında bütün çocukların farklı özellikleri olduğunu fark ettim. Mesela Domuzcuk oldukça zeki bir çocuktur, aslında içlerinde kafası doğru düzgün çalışan da odur ama belki de sırf bu yüzden diğer çocukların alay konusu olur, güya görünüşü ve astımı olduğu için dışlanır. Bunun yanı sıra liderlik özellikleri olan Ralph ve Jack vardır aralarında. Ralph iyi bir liderken Jack oldukça kötüdür. Aklı fikri avlanmaktadır, güç sahibi olmaktır. Ya da mesela oldukça masum olan Simon vardır veya sadece liderler tarafından bir o yana bir bu yana çekilenler de vardır. Aslında herkesin içinde biraz iyilik ve biraz da kötülük vardır ve bu kitap da bize bazı çocuklarda iyi galip olurken bazılarında kötünün galip olduğunu gösteriyor.

Anlayacağınız adada her türlü çocuk vardır. Bu yüzden kitapta her ne kadar çocukların doğuştan vahşi dürtülerle doğduğu iddia edilse de aslında öyle değildir.  Golding büyük bir titizlikle çevre etkisinin yaş itibariyle kişiliğin gelişiminde çok önemli bir etkiye sahip olduğu dönemdeki çocukların, her ne kadar aynı çevrede olsalar da yine de son tercihin onlara kaldığını; isteyenin kötü, isteyeninse iyi olmayı seçebildiğini çok net bir şekilde gözler önüne sermiştir bu kitabında. 

Dili bakımından en sevdiğim distopya romanı olduğunu söyleyemesem de, Sineklerin Tanrısı'nın okuduğum diğer tüm kitaplar ile bir kıyaslama yapınca en iyilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Okudukça ne kadar parlak bir zekanın ürünü olduğunu anlıyor insan, özellikle Sineklerin Tanrısı nedir, ne değildir kısmına gelindi mi.. Zaten şu ana kadar -Çağdaş-Romantik Distopyaları saymazsak- okuduğum tüm distopyalar oldukça iyiydi. Yavaş yavaş kötü distopya romanının hiç yazılmadığını düşünmeye başlayacağım ^^

Son olarak ben kitabı hem Türkçe hem de İngilizce okudum.. İngilizce olanında kitabın dışında, Stephen King'in yazmış olduğu tanıtım yazısına ve Türkçe olanında ise Mina Urgan'ın kitaba büyük bir açıklık getirdiği sondaki yazısına bayıldım. Stephen King, kitaba olan merakımı kat kat arttırırken, Mina Urgan ise kafamdaki yapbozun eksik parçalarını bir bir tamamladı. Yani benim aklımda kitaba dair herhangi bir soru kalmadı. İmkanınız varsa eğer ikisini de okumanızı tavsiye ederim ama  yoksa da Mina Urgan'ın sonsözüne kesinlikle bakmalısınız derim, özellikle de sembolleri anlamakta çok iyi değilseniz çok faydasını göreceksinizdir. Yoksa sembolleri anlamadım bu kitap öylesine bir kitap olup geçer hayatınızdan, benden söylemesi ^^ 



Bibliomaniac Puanı:


22 Ağustos 2015 Cumartesi

Yorum: Is Everyone Hanging Out Without Me? (And Other Concerns)


Başlık: Is Everyone Hanging Out Without Me? (And Other Concerns)
Yazar: Minday Kaling
Yayınevi: Crown Archetype
Sayfa: 222

Bilindiği üzere, ya da benim gibi bilmeyenleriniz de vardır belki, Mindy Kaling, The Office'in yazar, yapımcı ve yönetmenliğini yapan bir oyuncu&komedyen. Ayrıca kendisi The Office'de Kelly Kapoor olarak da rol almakta.

Is Everyone Hanging Out Without Me? ise Mindy Kaling'in yazmış olduğu otobiyografi, komedi karışımı bir kitap. Eh, otobiyografi olunca malumunuz Mindy Kaling'in hayatına ve The Office'e dair bir çok bilgi var kitapta. 

Bunları söylüyorum çünkü, bendeniz bu kitabı okumadan önce ne The Office'i izlemişliğim ne de Mindy Kaling'e dair bir bilgim vardı. Anlayacağınız bu kitap benim için tamamiyle yanlış bir tercihti. Biliyorum içeriğini tam olarak anlamadan bu kitabı okuduğum, daha doğrusu dinlediğim için çok büyük bir aptallık yaptım. Ama ne yapayım, takip ettiğim bazı Youtuberlar bu kitapla ilgili o kadar övgü dolu sözler söylemişlerdi ki ben de kendimi tutamadım, merak ettim.

Tüm bunlara rağmen aslında sonucun tam bir hüsran olması gerekiyordu ama ben bu kitabı birazcık sevdim ne yalan söyleyeyim, bu yorumu da ondan yazıyorum zaten. Aslında çok da benim tarzım olmamasına rağmen kısa sayılabilecek bir sürede bitirdim. Gerçi bunda özellikle ütü yaparken e-kitap dinlemekten daha iyi bir şey yapılamayacağı gerçeği de var ama olsun. Kitabı Mindy Kaling'in seslendiriyor olması da güzel bir şans oldu benim için. En azından bir bütün olarak Mindy Kaling'e dair bir çok şey öğrendim, hem de kendi sesinden. 

Kitap bölümlere ayrılmış ve yazar bu kitapta çocukluğundan, arkadaşlık ilişkilerinden, ailesinden, işine kadar bir çok konuya yer vermiş. Her konu değil belki ama ilgimi çeken konular olmadı değil. Beni garip biri olarak görmenizi istemem ama en sevdiğim bölümlerden biri cenazesinin nasıl olmasını istediğinden bahsettiği son bölüm oldu ^^ Tabii, Mindy Kaling'in kitapta çoğu defa yer verdiği bazı listeleri vardı ki onları da çok sevdim. Özellikle bu kitabın alternatif isimlerini sıraladığı kitabın başındaki liste ve ona göre arkadaşlığın nasıl olması gerektiğine dair yaptığı liste en sevdiklerimden. Bunun dışında The Office dair anlamadığım bir yığın espri vardı. Yapılan espriyi anlamamak ve bön bön bakmak kadar kötü bir durum yok sanırım. Sonuç olarak Mindy Kaling'in çok fazla ilgimi çeken bir kişilik olmadığına karar verdim ^^ Ama yine de tatlı bir kişilikmiş.

Genel olarak kitap harika ya da bana hitap eden bir kitap olmasa da çok da vasat değildi. Özellikle The Office hayranları ya da Mindy Kaling'i merak edenlerin keyifle okuyabileceği türden bir kitaptı. Tabii bu kitaba bir şans vermeden önce Mindy Kaling ile ilgili bir çok detayı öğrenmek isteyip istemeyeceğinizden emin olmalısınız. Şöyle bir geriye dönüp baktığımda Mindy Kaling ile ilgili tüm bu gerçekleri öğrenmemin açıkçası bana bir şey kazandırdığını düşünmüyorum. Ama dinlediğim üçüncü ve yazarın kendi seslendirdiği ilk e-kitap olarak hayatımda hep yeri olacak... amaan kimi kandırıyorsam, eminim unutup giderim..

Ev işi yaparken dinleyebilirsiniz. Çok fazla bir şey beklemeyin.

Bibliomaniacs Puanı:





20 Ağustos 2015 Perşembe

Yorum: Kırık Çömlek Parçası (Linda Sue Park)

Kırık Çömlek Parçası-Bibliomaniac Ladies


Başlık: Kırık Çömlek Parçası
Yazar: Linda Sue Park
Yayınevi: Beyaz Balina
Sayfa: 164

"Çalışmak bir adama saygınlık kazandırır, çalmak ise onu yok eder."


Son yaptığım kitap alışverişinde özellikle Asya edebiyatına dair kitaplar almaya çalışmıştım ve bu kitap da onlardan biri. Daha önce de dediğim gibi bu yılın Kitap Başkenti Güney Kore'nin Incheon eyaleti, bunu her ne kadar yılın sonuna doğru öğrensem de yılın son aylarında özellikle Güney Kore edebiyatından bir şeyler okumaya çalışıyorum. Ve bu kitapla da çok doğru bir kitap seçimi yaptığımdan emin oldum.

Kore'nin küçük bir köyü... 12. yüzyıl...
Ağaçkulak'ın bir hayali vardır. Her gün gizli gizli çömlek ustası Min'in bir avuç kilden bir şaheser yaratmasını izler. Bu, ona göre bir mucizedir. Kendisi de bir gün böyle bir mucize gerçekleştirmek için can atar. Fakat bu küçük köyde, gidip bir çömlek ustasından size sanatını öğretmesini istemek olanaksızdır. 
Hele de Ağaçkulak gibi bir yetimseniz. Ağaçkulak, öncelikle kendisini ustasına kanıtlamak zorundadır. Bunun için Min ustanın yanında çalışmaya başlayan Ağaçkulak, böylece hayaline bir adım daha yaklaşır. Ama bazen bir hayal öylesine uzak gelir ki adeta görünmez olur. Ama belki Ağaçkulak her seferinde bir tepeyi, bir vadiyi aşarak hayaline kavuşacaktır.
Kitabın çok samimi bir anlatımı var. Okur kendini Ağaçkulak'ın yerine çok rahat bir şekilde koyabiliyor. Karakterlerin hepsi çok güzel. Aynı zamanda 12. yy Kore'sine dair çok da yerinde tarihi bilgiler edinebiliyorsunuz. Çocuk kitabı olduğu için tarih bilgisine boğulmuyorsunuz ve bu durum sıkılmamanızı sağlıyor. Bunun yanında Kore kültürüne ve özellikle çömlek yapımına dair çok değerli bilgililer öğreniyorsunuz bu kitapla. Açıkçası kitabın sonundaki Bin Turna Vazosu ile ilgili kısma ve Yazarın Notu bölüm benim çok hoşuma gitti. Bu güne kadar bu konuya hiç ilgi duymamama rağmen birden merakım depreşti. Ayrıca kitapta dürüstlüğe, çalışkanlığa ve cesarete dair verilen öğütler de kesinlikle çocukların anlayabileceği güzellikteydiler. Tabi yetişkinler olarak bizim de alacağımız mesajlar oldukça fazlaydı.

Bin Turna Vazosu (Turna ve Bulut Vazosu)

Kırık Çömlek Parçası, benim için okuduğum en iyi çocuk kitaplarından birisi. Bir yetişkin olarak hem gülerek hem de ağlayarak okuduğum bu kitabı tek oturuşta bitirdim. Belki bu durum biraz da benim uzun süredir Güney Kore kültürüne olan merakımdan kaynaklanıyor ama eğer bu konunun meraklısı değilseniz bile eminim bu kitabı çok seveceksiniz. En azından yazarın kitaba dair notunu okuduğunuzda ne kadar titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu görüp yazara hayran kalacaksınızdır. 


Bibliomaniacs Puanı:



19 Ağustos 2015 Çarşamba

Yorum: İçimizdeki Şeytan


Başlık: İçimizdeki Şeytan
Yazar: Sabahattin Ali
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa: 268

İçimizdeki Şeytan, yazarın okuduğum üçüncü romanı. Aslında bu yorumu yazmak ve yazmamak arasında epey gidip geldim. Ama yorum yazma isteği daha ağır bastı gördüğünüz gibi ^^ 

İçimizdeki Şeytan'ı sevdim, sevmedim değil ama ister istemez diğer iki kitabıyla kıyasladım ve daha az sevdiğime karar verdim. Nedeni ise karakterlerden dolayı. Bir kitabı sevmek benim için karakterleri sevmek ve onları anlamakla eş değer. Ve ben bu romandaki karakterleri bir türlü sevemedim, ve hatta onlara sinir bile oldum diyebilirim. Gerçi sonraları Ömer'e oldukça acıdım ama ne yazar, bir kere kitabın sonuna yaklaşmıştım. Aslında bu kitap bence konusu itibari ile Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna'ya nazaran çok daha mühim bir kitap. İnsanın kafasına 'tak, tak' vuracak tahlilleri de sayılabilecek kadar az değil ama dedim ya karakterlerle bütünleşmek çok önemli. Ve ne yazık ki ben bunu bu romanda başaramadım. Belki de en başından kendimi şartlamıştım, bundan dolayı karakter analizi yapmakta zorlandım. Kim bilir...

Tabii bunlar bir yana kitabın ta başından, yazarın kalemine bir kez daha hayran kaldım. Özellikle dilini sadeleştirmek yerine, bazı kelimelerin eş anlamlılarının dip not olarak verilmesi çok hoşuma gitti. Sanırım dilci yanım depreşti, yeni kelimeler öğrenmek beni her zaman inanılmaz derecede mutlu ediyor. Bu kitabı okumak bana bu anlamda oldukça iyi geldi zaten.

Sabahattin Ali'nin iki adet romanını okumuş ve çok sevmiş biri olarak, her ne kadar bu kitabını çok sevmesem de hakkında bir şeyler söylemek istedim. Umarım kitabı sevenleri bu yazımla sinirlendirmemişimdir ^^



Bibliomaniacs Puanı:




14 Ağustos 2015 Cuma

Yorum: İstanbul'da Bir Zürafa


Başlık: İstanbul'da Bir Zürafa
Yazar: Sunay Akın
Yayınevi: Çınar Yayınları
Sayfa: 440

Sunay Akın, favori yazarlarımdan  değil belki ama bir şekilde kitaplığımda en fazla kitabı olan yazar da kendisi. Evet, yazarlardan biri değil, açık ara farklı kitaplığımda en fazla kitabı olan yazar: Sunay Akın. Belki büyük bir hayranlıkla okumuyorum yazdıklarını ama onun kitaplarını özellikle ağır kitaplar okuduğumda ya da çok yoğun olduğum zamanlarda okumaya bayılıyorum. Uzun lafın kısası Sunay akın kitapları benim için uzun bir yolculukta verdiğim kısa molalar gibi.

Kendine özgü bir tarzı var, kurgu ile gerçeği değişik bir şekilde harmanlayıp okura sunuyor. Bu yanını çok seviyorum, ayrıca bir kitapta bir çok deneme olması da çok hoşuma gidiyor. Benim gibi uzun kitaplar okumayı sevmeyenler için oldukça ideal bir tercih yani. Bu şekilde yazan başka bir yazar tanımadım, tanıyanınız varsa bana da söylerseniz sevinirim. 

İstanbul'da Bir Zürafa, yine kısa kısa yazıların toplamı olan bir kitap. Tam olarak ne desem bilemedim, öykü değil... O yüzden deneme diyerek devam edeceğim - bu konuda da uzman değilim, yanlış bir adlandırma yaptıysam affola-. İçeriğinden bahsedemem çünkü her bir bölüm çok farklı şeyi anlatıyor. Bana göre okuduğum diğer kitaplarından daha yoğun bir anlatımı vardı yazarın. Dili her zamanki gibi basit, sizi yormuyor ama çok fazla yer, mekan ve kişi vardı o yüzden çoğu zaman nereden nereye geldiğimi kaçırdım. Yine de bir paragraftan diğerine geçerken bir şekilde birbirinden oldukça farklı mekanları ve zamanları birleştirmesini sevdim. Fakat, dediğim gibi fazla bilgi olduğu için sakin kafayla okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Aksi taktirde okuduktan sonra benim gibi bir çok noktayı unuttuğunuzu fark etmeniz kaçınılmaz olur. 

Sonuç olarak kapak tasarımı olarak en sevdiğim ama diğer Sunay Akın kitapları ile kıyaslarsam çok fazla beğenmediğim bir kitap oldu. Çünkü çoğu kısımda sıkıldım, fazlaca sevdiğim bölümler 3 ya da 4 taneydi. Yine de bütünüyle bakınca okuduğumdan kesinlikle pişman değilim ^^ 


Bibliomaniacs Puanı:



9 Ağustos 2015 Pazar

Yorum: Doctor Who-Shada (Gareth Roberts)


Başlık: Doctor Who:Shada
Yazar: Douglas Adams&Gareth Roberts
Yayınevi: İthaki
Sayfa: 440

Bilmeyenler için ben Doctor Who hayranıyım. Özellikle Matt Smith'i, 11. Doktoru, inanılmaz derecede çok seviyorum. Kendisinin dönemi sona erse de ben hala onun olduğu bölümleri, videoları izlemeye devam ediyorum. İmkanım olsa bir adet 11. Doktor'a asla hayır demezdim. Bilim-kurgu kitaplarını pek okumam, bu blogda da görebileceğiniz bilim-kurgu kitapları büyük ihtimalle Doctor Who ağırlıklı olacaktır. Tüm bunları söylüyorum çünkü bu kitabı yaklaşık 1 sene önce satın almama rağmen şimdiye kadar neden okumadığıma dair sebeplerimi kafamda toparlamaya çalışıyorum ^^ Açıkçası kitabı okumamadaki en büyük sebep beni neyin beklediğini bilmiyor olmamdı. Ya kötüyse diye sorular kafamda dönüp durdu uzunca bir süre. Sonuçta bu endişelerimde kısmen haklı, kısmen de haksız çıktım diyebilirim.

Ama bunlardan önce Shada'dan biraz bahsedeyim. Önceki yazılarımdan birinde Shada'nın Douglas Adams'ın yıllar önce yazdığı ama beklenmedik bir grev sebebiyle ekranlara uyarlanamayan senaryosu olduğunu ama neyse ki Gareth Roberts'ın, aslında Douglas Adams'ın sonucundan çok da memnun olmadığı bu eseri tamamlayan kişi olduğunu söylemiştim. 

Aslında kitap beklediğimden de iyi çıktı, oldukça sürükleyiciydi. Birçok yerde sesli güldüm, kitabını okumak benim için oldukça farklı bir tecrübe oldu. -Bu arada merak edenler için okurken en çok eğlendiğim bölümlerden biri şüphesiz 27. bölüm, sayfa 145.- Tabi Doctor Who hakkında pek bilgisi olmayanlar için kitap bu kadar güzel gelir mi işte orasını bilemiyorum, sonradan okuyup da ben neden gülmedim gibi sorularla gelmeyin bana diye söylüyorum bunu.

Dediğim gibi kitabı çok beğendim ama tereddütlerimde haklı çıktığım bir kısım da var ki o da kitabı ne yazık ki dizisi kadar güzel olmadığı -bence-. Sizleri bilmiyorum ama ben bilim-kurgu kitaplarını okumaktan çok onları izlemeyi tercih ediyorum. Sonuçta bilim-kurguda en önemli nokta 'bence' görsel güzelliği. Kitapta her ne kadar betimlemeler olsa da hiçbiri görseller kadar tatmin edemiyor beni. Bu kitap da aynen öyle oldu, bu harika hikayeyi izlemiş olmayı düşündüm de, ımmmmm ^^ Sanırım Doctor Who'nun 2005 sonrası bölümlerini tekrar izlemektense serüvenin en başından, yani diziye 63 yılından başlamak benim için güzel bir tecrübe olabilir.

Kitap için bir de pişmanlığım var ki, o da her defasında kendime söylememe rağmen yine çeviri bir kitap almış olmam! İndirim görüp kendini tutamayınca böyle oluyor işte. Eminim orijinal dilinde okumuş olsam her şey çok daha farklı olacaktı çünkü bilim-kurgu ve özellikle distopik kitapların çevirileri olayları aslından basit gösteriyormuş gibi geliyor bana.

Tüm bunları geride bırakırsam, inşallah önümüzdeki ay ilk maaşımı alınca bu kitapların orijinallerini alarak kendimi ödüllendireceğim :) Bilim-kurgu ya da Doctor Who hayranı olanlara da bu kitabı kesinlikle öneriyorum ama öncesinde Doctor Who bilgisi olmayanlar için dizinin herhangi bir sezonuna şöyle bir bakmalarını öneririm. 

Bibliomaniacs Puanı:


Not: O kadar lafın üzerine tam puan mı verdin derseniz, Goodreads'e özendim buçuklu puan yok ne yapayım ^^

7 Ağustos 2015 Cuma

Yorum: Botchan (Natsume Soseki)


Başlık: Küçük Bey
Yayınevi: Oğlak Yayıncılık
Çevirmen: Mariko Erdoğan&Hüseyin Özkaya
Sayfa: 171

Botchan kötü bir çocukluk geçirmiş ve mezun olduktan sonra öğretmen olarak Japonya'nın kırsal bir kesiminde görev yapmaktadır. Çocukluğundan beri onu seven tek kişi evin Kiyo isimli hizmetçisidir. Ona büyüdüğünde bile Botchan yani Küçük Bey olarak seslenmekte, saygı göstermektedir. Kiyo'nun tek isteği Botchan'ın iyi bir gelir elde edip onu da bir gün yanına alması ve birlikte yaşamalarıdır. 

Kitap boyunca anlatıcının asıl adını öğrenemiyoruz. Onu, onu gerçekten seven tek kişinin deyimiyle Botchan olarak biliyoruz. Aslında bir okur olarak ben, Botchan'ı gerçekten seven tek kişi Kiyo mu ya da Botchan, kendisinin de söylediği gibi kötü bir kişilik mi kitabın sonuna kadar çok da emin olamadım. Açıkçası anlatıcı çok da güvenilir değil, ona kalsa Kiyo -kitabın sonunda- oldukça akıllı biri, o halde böyle akıllı biri Botchan'ın gerçek karakterini göremeyecek kadar saf olabilir mi?. 

Fakat bir noktadan sonra karakteri çözümlemeye çalışmayı bıraktım ve kitabın daha güzel ilerlediğini gördüm. Ve eğer Botchan kitabın başında anlatıldığı gibi kötü biriyse, aslında çok da güzel bir kişilik gelişimine tanık oluyoruz kitapta. Benim bir kitapta en çok dikkat ettiğim noktalardan biridir, asıl karakter gelişim gösteriyor mu, göstermiyor mu..

Kitap Meiji Restorasyonu döneminde yazıldığı için de o döneme dair şeyler de öğreniyoruz kitap boyunca. Özellikle Tokyo ve Tokyo insanıyla kırsal kesim arasındaki 'rekabete' tanık oluyoruz. Aslında daha fazlasını okumayı beklemiştim ama bu kitap düşündüğüm gibi değilmiş, o yüzden bu edindiğim bilgiler bile oldukça iyi bence. 

Ayrıca anladığım kadarıyla kitap yazarın kendi hayatından esinlenilerek ya da onun üzerine yazılmış. Şu sıralar hep bu tarz kitaplara denk  geliyorum nedense ^^ 

Sonuç olarak karakteri sevimsiz bulduğum için kitabı anlatılanların aksine çok da güzel bulmadım ama incecik olması ve bir noktadan sonra da işlerin farklılaşması nedeniyle oldukça hızlı bir şekilde bitirilecek bir kitap olduğunu gördüm. Ayrıca son zamanlardaki yeni takıntım olan -özellikle Doğu- Asya edebiyatı okumalarım için de güzel bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Demem o ki bu sayfada yakında daha çok Asya kitapları göreceksiniz, şimdiden hazırlıklı olun ;) 



Bibliomaniacs Puanı:



5 Ağustos 2015 Çarşamba

Yorum: Konuşmalar (Aliya İzzetbegoviç)


Başlık: Konuşmalar
Yayınevi: Klasik Yayınlar
Çevirmen: Fatmanur Altun- Rıfat Ahmetoğlu
Sayfa: 272

Sanırım yavaş yavaş Aliya İzzetbegoviç hayranlığında üst mertebelere ulaşıyorum. Bu kitabı henüz okumuş olduğum ikinci kitabı olmasına rağmen, birçok eserini okuduğum diğer kişilerden çok farklı bir yeri oluştu bende. Tabi bunda başkalarının kurgu kitaplarından ziyade onun hayatının adeta bir yansıması olan kitaplarının yeri yadsınamaz. Bu kitapla da ona dair çok şey öğrendim. Ne kadar güzel bir insan olduğuna bir kez daha tanık oldum.

Konuşmalar kitabı aynı zamanda 1992-95 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı ile ilgili de çok önemli bir kaynak. Açıkçası bu kitabı okuyana dek o dönemde yaşanan olaylarla ilgili çok fazla bir bilgim yoktu. Bildiklerim derslerde işlediklerimiz, Kpss sürecinde öğrendiğim ek bilgiler,Tv'de zaman zaman çıkan ve de denk gelirsem nette karşılaştığım haberlerden ibaretti. Nedense kendimi bu zaman dek savaşlarla ilgili her türlü haberlerden uzak tutmaya çalıştım. 'Bunları kaldıramıyorum' diyerek kendimi tüm bu yaşananlardan soyutlamaktan da bir süre önce vazgeçtim. Bu tür olaylar geçmişte yaşandı, günümüzde yaşanıyor ve gelecekte de yaşanmaya devam edecek, geri çekilmenin bir manası yok yani. İşte bu kararımdan sonra insanlığın yüz karası olan bu olaylar hakkında bir şeyler okumaya, araştırmaya başlayan biri olarak bir sonraki adımımı Bosna-Hersek Savaşı olarak belirlemiştim. Ve sanıyorum çok fazla şeyi bu kitap sayesinde öğrenmeyi başardım. Ve bence bu kitap o dönemi anlatan bir çok kitaptan çok daha değerli.

Kitaptaki konuşmalar 93 ile 94 yılları ve Aliya İzzetbegoviç'in 2001 yılında yapmış olduğu bir konuşmadan oluşuyor. Kendisinin Saraybosna'da yapmış olduğu birçok konuşmadan tutun da Hırvatistan'da, Mekke'de, Kuveyt'te, Kazablanka'da yaptığı konuşmaları içeriyor bu kitap. Yani dünyanın bu savaşa tutumu ve daha da önemlisi Bosna'nın dünyaya bakışı nasıl onu öğrenebileceğimiz çok güzel bir kaynak. 

Ve ne yazık ki bu kitap bana bir kez daha, 'eh be dünya hiç mi değişmeyeceksin' dedirtti. Daha yeni Semerkant'ı okumuş ve orada da özellikle Batı'nın yıllarca değişmeyen gaddar tutumuyla karşı karşıya kalmış biri olarak bu kitabı okurken acaba deja vu mu yaşıyorum ya da kitapları mı karıştırdım acaba diye düşünmüştüm ama hayır zaman farklı olaylarsa aynıydı. 

Bu kitabı tarihe ilgi duyan herkes okumalı ama benim gibi her ne kadar ilgili olsanız da tarihi ya da siyasi kitapları okurken sıkılıyorsanız şimdiden söyleyeyim, çok hızlı bir okuma olmayacak bu. Özgürlüğe Kaçışım'ı da Konuşmalar'ı da çok sevmiş olmama rağmen ikisini de oldukça uzun bir sürede bitirdim ne yazık ki. Yine de iyi ki okumuşum diyorum. Ben bir sonraki Aliya kitabımı seçerken siz de bu kitabı okuyun, tabii sırayla okumanızı tavsiye ederim.

Bibliomaniacs Puanı:


2 Ağustos 2015 Pazar

Yorum: Semerkant (Amin Maalouf)


Başlık: Semerkant
Yazar: Amin Maalouf
Yayınevi: YKY
Çevirmen: Esin Talu-Çelikkan
Sayfa: 275

“Titanic’te Rubaiyat! Doğu’nun çiçeği Batı’nın çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydin!”

Semerkant aslında 4 ayrı kitaptan/bölümden oluşuyor. 
Birinci kitap: Şairler ve Âşıklar
İkinci kitap: Haşşaşiyun Cenneti
Üçüncü Kitap: Bin Yılın Sonu
Dördüncü Kitap: Denizde Bir Şair

İlk iki kitapta Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah'ın çevresinde dönen olaylara tanık oluyor o dönemin tadını çıkarıyoruz. Bu bölümler Hayyam'ın ölümü ile sona eriyor. Diğer iki kitapta ise Rubaiyat'ın peşine düşen, kitabın en başında karşılaştığımız Benjamin Omar'ın içinde bulunduğu olayları okuyoruz. 

Ben Semerkant'a bayıldım! Dün bitti kitap ama hala etkisindeyim. Tarihi romanları sevdiğimi kısa bir süre önce fark etmiştim ama bu kitapla sevgimin boyutları daha da arttı diyebilirim. Bir yazar bu kadar mı edebi ama aynı zamanda zorlama olmadan yazar. Tabi edebi dedimse de her cümlesi değil, işin güzelliği de burada zaten. 
Hemen bir örnek vereyim: 

 "Şaşırtıcı İran! Çalkantılar arasında onca değişmez, değişimler arasında onca kendisi olan!"

En sevdiğim kısmı da zaten şehirleri, ülkeleri böyle kişileştirmesi oldu. Okurken kendimi o zaman aitmiş gibi hissettim, çok çok beğendim. Bir bütün olarak kitap çok güzel kurgulanmış olsa da benim favorim ilk iki kısımdı ne yalana söyleyeyim. Ama eminim ki kitap sadece ilk iki kısımdan oluşsaydı onu bu kadar sevmezdim. Zaten diğer kısımları da sevmediğimden değil ama ne bileyim ilk iki kısmın büyüsü bir başkaydı. Sanki kitabı okumuyor da izliyor gibiydim. Tabii burada çevirmenin de payı büyük zira arada düşündüm de acaba kitabı orijinal dilde okusaydım bu kadar beğenir miydim?. O yüzden sevgili Esin Talu Çelikkan'a kocaman TEŞEKKÜRLER! 

Yazarın daha önce Ölümcül Kimlikler adlı kitabını okumuş ve çok beğenmiştim ama bir türlü diğer kitaplarını okumak fırsatını elde edememiştim. Şimdi düşününce, aslında ilk okuduğum kitabı bu kitabı olsaymış diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çünkü diğer kitabı deneme olduğu için bence onu okumadan önce yazarın dünyasına romanları ile bir giriş yapmam gerekiyordu. Neyse olan oldu artık. Yine de bundan sonra okuyacağım kitaplarını yayın sırasına göre seçmeye kararlıyım! 

Siz de henüz Semerkant'ı okumadıysanız bir an önce okumaya başlasanız iyi edersiniz. Tarihi romanları sevmiyorsanız bile bu kitabı seveceksiniz eminim! Çünkü bu kitap sizi okurken sadece başka diyarlara götürüp mutlu etmiyor ama aynı zamanda bir çok şey öğretiyor. 


Bibliomaniacs Puanı: