Transparent White Star

Playlist

31 Mayıs 2015 Pazar

Yorum: Çavdar Tarlasında Çocuklar


Başlık:Çavdar Tarlasında Çocuklar
Orijinal Ad: The Catcher In The Rye
Yazar: J.D. Salinger
Yayın Evi: YKY
Sayfa:198


Sanırım şimdiye kadar hakkında bir yorum yazarken en zorlandığım kitap Çavdar Tarlasında Çocuklar olmuştur. İçime bir adet Holden kaçtı da bu yüzden  biraz uzun ve yer yer saçma bir yorum olduysa affola.

Kitabı okumadan önce internette hakkındaki yorumları okuyunca kitabı okumakla okumamak arasında kaldığım zamanı hatırlıyorum da... Bu kitabı nasıl basit bulmuşlar hiç bilmiyorum. Bence oldukça ciddi bir roman, neyse ki şansımıza basit bir dille yazılmış. Zaten 16 yaşındaki bir çocuğun -ki sanıyorum Holden bunları 17 yaşındayken anlatıyor- ağzından yazılan bir romanın daha ağır bir şekilde yazılamasını beklemek haksızlık olurdu. Doğal olarak çevresi ile ilgili sıra dışı yorumlarını, ağzının biraz! bozuk olmasını ya da ilişkilere bakış açısını garipsemiyorum. 

Dediğim gibi kitap kahramanın yani Holden'ın ağzından anlatılmış. Kitap boyunca Holden'ın gelişimine tanık oluyoruz. Bu süreçte ben Holden'a kimi zaman çok uyuz oldum, açık açık söyleyeyim. Özellikle en başta, ne kadar iyi bir yalancı olduğunu söyleyip başkalarını sahtelikle suçlaması çok sinirlerimi bozmuştu çünkü ona göre sahte insanların en kötü özelliklerinde biri yalancı olmaları. Fakat sonra geçmişinde tanık olduğu şeyleri öğrenince, kardeşinin ölümü ve arkadaşının intiharı, aslında bunun bir çeşit kendini bir kabuğa kapatma isteği olduğunu fark ettim. Bu hareketi tamamen başka bir şey ile de ilgili olabilir zira metaforları ve sembolleri anlama konusunda çok iyi değilimdir özellikle Holden'ın kitap boyunca insanlara deli gibi göl donunca oradaki ördeklerin nereye gittiklerini sorup durmasına youtube'da bir video izleyene kadar anlam verememiş olmamla bundan daha da emin oldum... Fakat sonradan anladım, Holden aslında değişimden çok korkan bir karakter. Zamanında kötü şeyler yaşamış ve bir şeylerin değişmesinden hoşlanmıyor, değişimin hep kötü yönde olacağından korkuyor belki de. Ya da donan göldeki ördeklerin ölüp ölmediklerini veya bir yere mi gittiklerini anlamaya çalışması ölen kardeşine ne olduğunu anlamaya çalışmasından başka bir şey değil. Kendine ne olacağını düşünmeye çalışıyor da olabilir tabi. Ya da her ikisi. Metafor konusunda iyi olmadığını söylemiştim size! Ama Holden'ın yanından eksik etmediği şapkaya ve özellikle rengine çok dikkat edin benden söylemesi. 

Holden değişik bir karakter, kitabı okurken bazen insanlardan nefret ettiğini düşündüm ama bazen de birilerinin yanında olmaya çok ihtiyacı olduğunu hissettim. Sanırım Holden kadar benim de kafam karıştı. Ama kitap boyunca Holden ile ilgili en sevdiğim şey -beni hiç beklemediğim bir anda güldürmesi dışında, evet bu kitap beni çok güldürdü- çok sorumsuz bir karakter gibi görünmesine rağmen ölen kardeşi Allie'ye ve diğer kardeşi Phobey'e olan sevgisi oldu. Onlar ile ilgili söylediği, yaptığı her şey beni çok etkiledi. Holden benim için tüm bu kafa karışıklığına rağmen çok gerçekçi bir karakter, bu yüzden Salinger'ı ayakta alkışlıyorum!

Kitapta en sevdiğim bölüm ise kesinlikle Holden'ın kardeşine olmak istediği kişiyi anlattığı bölüm oldu. Kitabın adının da ne denli güzel olduğunu bu bölümde bir kez daha anladım. 

Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.

Holden uçurumdan düşmek üzere olan çocukları kurtarmak istediğini söylediği bu bölüm göründüğünden çok daha mühim aslında. Orada bahsedilen şiiri okudum ve şiirin Holden'ın bu masum isteği ile alakası yok. Şiir buram buram romantizm kokuyor. Uçurumdan düşen falan da yok zaten. Bana garip gelen, en başından beri cinselliğe düşkün olduğunu söyleyen Holden'ın -ki okursanız bunun da çok garip ve saçma olduğunu göreceksiniz zira söyledikleri sadece laftan ibaret- bu şiiri yanlış hatırlaması, dahası onu böylesine masum hatırlaması beni oldukça şaşırttı diyebilirim. Dedim ya Holden değişik bir karakter, belki de yanlış hatırladığı falan yoktur. Ben kitabın orijinalini sırf çevirideki başlığı -Çavdar Tarlasında Çocuklar- daha çok hoşuma gittiği için almamıştım. Ama bu bölümden sonra acaba orijinalini almak daha mı iyiydi diye düşünmedim değil. Yine de YKY'nın bu sade kapak tasarımlarını çok seviyorum. Pişmanlığım çok da büyük değil anlayacağınız. 

Kitabın sonuna gelecek olursak çoğu kişinin aksine Holden'a daha çok yakışan bir son olacağını düşünmüyorum. Salinger yeteneğine de böylece şahit olmuş oldum. Bir kitap hem girişi hem de sonuyla kitabın karakterini ancak bu kadar yansıtabilirdi.

Size Holden'ı daha çok anlatmak isterdim ama bu imkansız gibi bir şey benim için, o yüzden siz iyisi mi gidin ve kitabı okuyun, onunla kendiniz tanışın. Yorum boyunca biraz spo vermişim gelebilir size ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Keşke ben de kitabı okumadan önce bir iki analiz -benimkine analiz dediğim yok tabi ama...- okusaymışım da okurken Holden'ı daha iyi anlamaya çalışsaymışım diye düşündüğüm için bu yorumumu bu şekilde yapmak istedim. Umarım kimse sinirlenmemiştir ^^ 

Bu kitabın tarih boyunca en çok yasaklanan kitaplar arasında olduğundan bir yazımda bahsetmiştim.  Kitabı okumadan önce, sırf küfür içeriyor diye yasaklanmasını garip bulmuştum ama kitabı okuduktan sonra daha farklı sebepler olduğunu hissettim. O listedeki tüm kitapları da Alfabetik Okuma Maratonu bitince okuyacağım inşallah. Şimdi ise Çavdar Tarlasında Çocuklar'ın etkisinden çıkmaya çalışıyorum. 

Kitap ile ilgili söyleyeceğim son şey: 'bittim buna!'.  Siz de kitabı mutlaka okuyun! 


Bibliomaniacs Puanı:



29 Mayıs 2015 Cuma

Top 5 Cuma - Maruz Kaldıklarım

Bu postu yazma fikri şöyle karşıma çıktı, instagram'da dolaşıyordum ve kendi kendime şöyle dedim:
-Bu kitap da sürekli karşıma çıkıyor (The 100)  alıp da okuyayım bir ara bari.
-Aa, bu kitabı da çok görüyorum. Hmmm.
-Eh, o zaman bunlarla ilgili bir post yazayım madem.

Böyle devam ederken bir baktım ki postu yazmaya başlamışım. İşte son zamanlarda en çok karşılaştığım kitaplardan 5 tanesi:

#1 - Ölmek İçin 13 Sebep


Geleceği stop tuşu ile durduramazsınız.
Geçmişi geri saramazsınız.
Sırrı öğrenmenin tek yolu
... play'e basmak.
Hannah Baker ölmeden önce birkaç kaset doldurmuştu. İntiharının nedeni olarak gördüğü kişilerin adları bu kasetlerde gizliydi. ClayJensen, Hannah'nın doldurduğu kasetlerle ilgili hiçbir şeye karışmak istemiyordu. Hannah ölmüştü. Sırları da onunla birlikte gömülmeliydi. Ancak Hannah'nın sesi, Clay'e kasetlerde onun da adının geçtiğini söyledi. Clay gece boyunca kasetleri dinledi. ... Öğrendiği şey, hayatını sonsuza dek değiştirecekti. ClayJensen'ın ilk aşkının son sözleri.
 Bu kitabı ilk nerede gördüm inanın bilmiyorum ama o anda okumaya karar verdiğimi çok net hatırlıyorum. Kitabın orijinalini almak istedim başta çünkü contemporary romanların çevirileri bana kitabı çok basitleştiriyormuş gibi geliyor fakat daha sonra sesli kitap olarak dinlemeye karar verdim. Kitabı indireli çok oluyor fakat dinlemek için finallerin ve hatta mümkünse Kpss'nin bitmesini bekliyorum. Kitap hakkında çok güzel şeyler okudum, sayfa sayısı da çok değil. En kısa zamanda biteceğini düşünüyorum. Yani sadece başlaması kaldı.


#2 - It's Kind of a Funny Story


Ambitious New York City teenager Craig Gilner is determined to succeed at life - which means getting into the right high school to get into the right job. But once Craig aces his way into Manhattan's Executive Pre-Professional High School, the pressure becomes unbearable. He stops eating and sleeping until, one night, he nearly kills himself.
Craig's suicidal episode gets him checked into a mental hospital, where his new neighbors include a transsexual sex addict, a girl who has scarred her own face with scissors, and the self-elected President Armelio. There, Craig is finally able to confront the sources of his anxiety.
Ned Vizzini, who himself spent time in a psychiatric hospital, has created a remarkably moving tale about the sometimes unexpected road to happiness.
Bu kitabın çevirisi var mı yok mu bilmiyorum. Fakat eğer yoksa da en kısa zamanda çıksa çok güzel olur zira goodreads'te o kadar yüksek puan almasının iyi bir sebebi olmalı. Henüz okumadım belki ama herkes okusun istiyorum. Ve fark ettim de şu sıralar hep psikolojik sorunları olan, intihara meyilli karakterlerin olduğu kitapları okuyorum ya da en azından okumak istiyorum. Gidişatımı hiç iyi görmüyorum, en kısa sürede kendime gelsem iyi olur ama önce bu kitaplar bir bitsin!


#3 - Me and Earl and the Dying Girl


Greg Gaines is the last master of high school espionage, able to disappear at will into any social environment. He has only one friend, Earl, and together they spend their time making movies, their own incomprehensible versions of Coppola and Herzog cult classics.
Until Greg’s mother forces him to rekindle his childhood friendship with Rachel.
Rachel has been diagnosed with leukemia—-cue extreme adolescent awkwardness—-but a parental mandate has been issued and must be obeyed. When Rachel stops treatment, Greg and Earl decide the thing to do is to make a film for her, which turns into the Worst Film Ever Made and becomes a turning point in each of their lives.
And all at once Greg must abandon invisibility and stand in the spotlight.

Sanırım çevirisi olmayan kitaplardan bir tanesini daha seçtim. Ama bu kitabı Türk bloggerların sitelerinde bile gördüm. Okuyan okuyana. Ve herkes çok sevmişe benziyor. Yine sorunlu karakterlerin olduğu bir kitabı seçmişim. Dedim ya bir sıkıntım var belli. Bu kitap da 300 sayfadan az, bir oturuşta bitirmeyi planlıyorum. Fakat kitabı satın almak için önce kitaplığımdaki 10 kitabı bitirmem gerek. Önceki yazılarımdan birinde kendime söz vermiştim, bozmak yok!

#4- Benim Uzak Yıldızım


Bu kitabın konusunu eklemeye gerek bile duymuyorum. Kitabı okumayan nadir insanlardan biriyim zaten, eminim çoğunuz kitabı çoktan okumuştur. Aslında bu kitabı okumaktan vazgeçmiştim fakat internette fotoğraflarına o kadar maruz kaldım ki en azından bir sonraki görüşümde ben bunu okudum deyip geçmek istiyorum. Belki de fantastik - distopya modası bir gün geçerse o zaman okurum, kim bilir! 

 #5- The 100


Bu kitabın ne konusunu biliyorum ne  de dizisini izledim. Fakat dizisi olduğunu biliyorum, hiç yoktan iyidir ama değil mi ^^  Kapaktaki liars, thieves, rebels ve heroes yazısı dışında hakkında hiçbir şey bilmediğim bu kitaba yine hakkında hiçbir şey bilmeden okumaya başlayacağım. Neler olacak çok merak ediyorum.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Yorum: Twelve Years A Slave



Orijinal Adı:12 Years A Slave
Adı: 12 Yıllık Esaret
Yazar: Solomon Notrhup
Yayın Evi: Collins Classics
Sayfa:363


Bu kitabı sırf bitirdiğim için bile mutlu olabilirim. Aylardır okunacaklar rafında olması öyle kötü hissettiriyordu ki... Neyse ki sonunda bitti! 

Fakat itiraf etmeliyim ki hafif bir hayal kırıklığı yaşadım. Kitaptan önce filmini görmüş ve kitabı okumadan filmini izlememeye karar vermiştim. Filmi 2014 en iyi Oscar ödülünü alınca da tabi kitap ile ilgili beklentilerim arttıkça arttı. Sonuç: -birazcık- hüsran diyebilirim. 

Öncelikle anlatım tarzını pek sevmedim, biraz yavan kalmış gibi hissettirdi bana. Daha duygu dolu ya da heyecanlı bekliyordum. Ne demek istediğimi tam olarak anlatamıyorum belki ama beklediğim kesinlikle bu değildi. Özellikle kitabın ortalarına doğru kitaptan iyice koptuğumu hissettim. Cümleleri okumak çok zor geldi, kitabı sırf ne olacak diye merak ettiğimden okudum bir süre boyunca yani okuması zevk verdiğinden değil. Sıkıldım demiyorum, sadece eğlenmedim. Ama şöyle de bir gerçek var Solomon Northup'ın sonunda özgür olacağını biliyordum. Bunu söylüyorum çünkü bilmeyen yoktur zaten kitabın başında bunu kendisi de söylemiş. Demem o ki, sonunda ne olacağını bildiğim halde meraklı bir şekilde okuduğuma göre aslında güzel bir kitap olduğunu da söyleyebilirim. Benim kafam bu kitap ile ilgili biraz karışık anlayacağınız.

Açıkçası kitap ile ilgili meraklı olduğum noktalar daha çok kitapta bahsedilen diğer kişilerin hayatları olmuştu ama onlar ile ilgili pek bir şey öğrenemedim. Kitap gerçek bir hayatı anlattığı için her şeyi bilmememiz normal tabi ama bir yerde en azından Northup onların yanlarındayken neler yapıyorlardı bahsetseymiş güzel olurmuş diye düşünmekteyim. Belki de kimliğini saklamak için kendini diğerlerinden çok fazla soyutlamıştı ondan biz de olaylara bu kadar uzak kaldık. Yine de o kadar kısacık sürede bile Patsey'nin köleliği beni çok etkiledi. Kölelik benim uzak olduğum bir konu olduğu için belki de kitaba kendimi vermekte zorlandım çoğu zaman ama Patsey'in olduğu kısımlar beni mahvetti diyebilirim. Özellikle bu satırları her okuduğumda kötü oluyorum:

Her idea of the joy of heaven was simply 'rest', and is fully expressed in these lines of melancholy bard: 

"I ask no paradise on high,
With cares on earth oppressed,
The only heaven for which I sigh;
Is rest, eternal rest." (pg.185)

Neticede ben kitabı bazen çok beğendim, bazen beğenmedim. Özellikle 19. bölümden sonrası benim için çok iyiydi. Yine de bu tarz kitaplara ilgi duyanlara önerebileceğim bir kitap oldu 12 Years a Slave.

Lafı fazla uzatmayıp kitapta altını çizdiğim bazı noktaları sizlerle paylaşıp yorumumu bitirmek istiyorum. 

  • I had not then learned the measure of 'man's inhumanity to man,' nor to what limitless extent of wickedness he will go for the love of gain.

  • There may be humane masters, as there certainly are inhuman ones - there may be slaves well-clothed, well-fed, and happy, as there surely are those half-clad, half-starved and miserable; nevertheless, the institution that tolerates such wrong and inhumanity as I have witnessed, is a cruel, unjust, and barbarous one. 

  • Nowhere that day, on the face of the whole earth, I venture to say, was there such a demoniac exhibition witnessed as then ensued.

  • "Thou devil, sooner or later, somewhere in the course of eternal justice , thou shalt answer for this sin!"


Bibliomaniacs Puanı:



26 Mayıs 2015 Salı

Kitap Fuarı Güncesi #3: Kocaeli Kitap Fuarı Son Gün!



Bu yazım söz konusu kitaplar oldu mu gözümün hiçbir şeyi görmediğinin kanıtıdır. Neden derseniz;
Bu fuarda hiçbir kitap almayacağım dedim. Aldım!
Liste yapayım onun dışındakileri almayayım madem dedim. Durmadım listede olmayan kitapları da aldım!
2 gün yeter fuara daha gitmem dedim. Dayanamadım sıcak mıcak demeden gün de gittim!

Kendime ne diyeyim inanın bilmiyorum. Tek tesellim bu sefer kendime aldığım kadar kardeşime de kitap almam oldu. En azından tüm harcamayı kendime yapıp okunacak kitaplar rafımı içinden çıkılamayacak bir hale getirmedim. Daha fazla kitabı da kaldıracak durumda değil zaten. Fakat kendime -yine!- söz verdim, en azından o raftaki 10 kitap diğer raflara -okunan kitaplar rafı- aktarılana kadar başka kitap almak yok bana! Aslında en başta o raf tamamen bitene kadar yeni kitap almama kararı almıştım ama tabi 5 dakika geçmeden bu fikrin ne kadar ürkütücü olduğunu fark ettim ve bundan vazgeçtim. 

Gel gelim fuara. Son gün inanılmaz kalabalıktı, en azından benim orada olduğum süre boyunca öyleydi. Ve çok sıcaktı, dolanmaya mecalim kalmamıştı. Bir ara bayılma noktasına geldiğimi hatırlıyorum. Çok güzel indirimler vardı sahaflarda, 20 kitap alana 10 kitap bedava gibi. Ciddiyim, sahafın teki çıldırmıştı! Fakat o sıcakta ve kalabalıkta benim o raflardan bırakın 20 kitabı, okuyabileceğim 1 kitap bile bulmam zordu ki bir de üzerine 10 tane bedava kitap seçecektim. İmkansız ötesi bir durumdu, acaba bunu başaran var mıdır merak ediyorum. Aslında bu indirim ikinci gittiğimde olsaydı sanırım çok fazla zaman kaybetmeden 30 kitabı almış olurdum ama neredeeee. Hep son gün yapıyorlar bunu, tabi düzgün kitaplar kalmayınca...

Yayın evlerinde de indirimler vardı tabi ama sevgili büyük yayın evlerimiz biraz cimriler bu konuda. %30 üzeri indirim olan bir yayın evi hatırlamıyorum ki bende üniversite dolayısıyla %30 indirim çeki vardı. Zaten indirim var o çek geçersiz demeleri ise bana kafayı yedirten başka bir nokta oldu tabi. İnternetten ucuza alabileceğim kitabı fuardan alıp kazıklanacak göz var mı peki bende?. Hayır, yok. Belki biraz. Ama yalnızca bir defa. O da Ray Bradbury ve o mükemmel kapak tasarımı hatırına. 

Son gün aldığım kitaplara gelecek olursam, aslında fuardan çıkınca çok bir şey almadığımı fark ettim. 

Kardeşime İngilizce hikaye kitapları aldım 1 tl olduklarını duyunca dayanamadım. Hepsini fuarda okudum, yazım hataları-klavyeye el ve ayak parmaklarıyla birden mi basmışlar nedir!-, bazen cümle tekrarları vardı ama çok büyük sorun değil bunlar diye düşünüyorum.

Ö. Tuğrul İnançer'in kitabını yepyeni ve 1 tl olduğunu görünce onu da aldım. Rebecca da 1 tl idi, uzun zamandır okumak istiyordum kendisini. Kabının kendinden geçmişliğine bakmayın o sadece dış kabı içi gayet sağlam, sadece eski ve sarı sarı sayfaları var o kadar.

Satranç'ı da yakın zamanda bir blogda gördüğüm için aldım, hangi yayın evinden alsam bilemedim, en sonunda Kırmızı Kedi'nin kapak tasarımını çok beğenince oradan almaya karar verdim. 

Kafka'nın da zaten diğer kitaplarını okumak istiyordum. 5 tl olduğunu görünce onu da aldım. Umarım adını daha önce duymadığım bu yayın evi çevirisi ile beni kitabı aldığıma pişman etmez. 

Fuara dair bu seneki son yazım bu oldu. İstesem de başka bir şey yazamam zira fuar bitti. Süresi her sene bana çok az geliyor. Ya da senede iki defa olsa hiç de fena olmaz hani ^^

İlk fuar güncemiz de burada böyle biter... 
Fuardan alışveriş yapan herkese ve tabi bize yazın keyifli okumalar. 

24 Mayıs 2015 Pazar

Yorum : Bülbülün Kırk Şarkısı


Adı: Bülbülün Kırk Şarkısı
Yazarı: İskender Pala
Sayfa Sayısı: 578
Yayınevi: Kapı Yayınları

Musa'nın kavmi kendilerini "Allah'ın seçkinleri", İsa'nın milleti
de "Göğün oğulları" ilan ederek bozuncaya kadar Adem'in 
çocukları birbirlerini ezmeye başladılar. 

Kitap 600 sayfaya yakın olursa bir de altını çizecek çok fazla cümle varsa hangi birini sizinle paylaşayım diye kararsız kalmam çok normal. Yazımın nerelerine sıkıştırsam acaba o güzel cümleleri diye düşünüyorum. İyisi mi ben çok abartmıyım. 

Bu kitabı okuyalı hayli çok zaman oldu. Aslında kısacık bir sınav haftasında çabucak okuyup bitirdim fakat bir türlü yorum yazamadım. Doğrusu artık yorum yazmak bir yana dursun kitap bile okuyamıyorum. Kitap alışverişi yapmayı, oturup saatlerce kendimi kitaplarıma vermeyi nasıl özledim anlatamam. Neyse bu konulara girmeyeyim çünkü yaram çok derin saatlerce konuşabilirim. 

Kitabı uzun uzun ayrıntılı anlatmayacağım hele ki içerikten hiç bahsetmeyeceğim zaten tahmin edebiliyorsunuzdur. Şöyle kısaca sevdiğim ve sevmediğim yönlerinden bahsedeyim. İsminden de anlaşılacağı gibi kitap Peygamber Efendimize(sav) aşık bir bülbülün dilinden yazılmış ve her bölümün başında Efendimiz için yazılmış kısacık kasideler var- çok çok güzel olmuş. En sevdiğim noktaya gelirsek kitabın başında Hz. Yusuf'un köle pazarında satıldığı zaman fakir bir nenenin el emeği ördüğü iple ona talip olması var. Nene de biliyor alamayacağını ama diyor ki “Bilirim oğul, metaım herkesten aşağıdır amma gönül de Yusuf’u istiyor.Maksadım odur ki beni de onun talipleri listesine yazsınlar, ‘O da Yusuf’a müşteriydi’ desinler. Ben de müşteri olayım da, belki de alıveririm Buradan yazarımızın neden böyle bir kitap yazdığını çok daha iyi anlıyoruz ki iyi ki de yazmış. Zaten kitabın İskender Pala kaleminden olması alıp bir çırpıda okumak için yetiyor. Bence kitabın dili oldukça hafif hiç öyle Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk ya da Od gibi değil. Bir de Efendimiz hakkında yazılmış diğer kitaplar genellikle ya doğumundan ya da ebabil kuşlarının vakasından başlar. Bu kitapta öyle değil önce kısa bir İsa dönemi sonrasında taaaa Efendimizin dedesinin dedesinin dedesine kadar gitmiş çok kısa ama öz bir şekilde o soyun temizliği anlatılıyor. Aslında kitaba baktığımızda bir çoğumuzun bildiği olaylar bütünü, doğrusu tüm kitap boyunca yeni öğrendiğim bir veya iki şey oldu ama bu asla kitaptan sıkılmanıza sebep olmuyor hatta üslup o kadar güzel ki sonunu bildiğiniz şeyleri bile heyecanla okuyorsunuz. Sevmediğim nokta da tam bununla ilgili. Her bölümün başında bölümün içeriği hakkında küçük notlar var. Bu notları ben hiç sevmedim hatta okumadan geçtim hep çünkü notları okuduğumda bu bölüm bu konu hakkındaymış dedim ve heyecanım azaldı oysa ki Mihmandar da her şey bölüm sonunda belli oluyordu ve bölüm sonunu tahmin etmeye çalışmak daha da bir güzel oluyordu okur için. Tabi bu benim fikrim belki de bu küçük not olayını çok sevenler de olmuştur. 

İçim elvermiyor ama şunu da belirtmeliyim ki Mihmandar ve Od benim için hala İskender Pala kitaplarından en sevdiklerim listesinde ilk sırayı alıyor. Bir de yaz tatilinin gelmesi ile Bibliomaniac arkadaşımla birlikte size küçük bir sürprizimiz olacak. Biz bahsederken bile çok heyecanlanıyoruz^^

Biblimaniacs Puanı:



22 Mayıs 2015 Cuma

Kitap Fuarı Güncesi #2: Gelecek Fuar İçin Kendime Notlar


Ve kitap fuarı benim için bu senelik kapanmış bulunmakta -aklıma esip bir kez daha gitmezsem tabi-. Bu sefer alınacaklar listesini bir kenara attım ve ne beğendiysem almaya çalıştım tabi olabildiğince az zira kitap almamak için 60+ sebebim vardı ; 


Aslında hiç kitap almayacaktım ya neyse. Abartmamaya çalışarak hem de tadını çıkararak kendime ve küçük kardeşime kitaplar aldım. Ayaklarıma kara sular indi ama son durudan çok memnunum. Sıfır tek kitap aldım o da : Ray Bradbury'nin Karahindiba Şarabı. Fuardan tek sıkıntım 1984 ve Hayvan Çiftliği dışında Orwel kitabı bulamamış olmam. Onları da zaten okudum. Gerçi 1984'ün de adı vardı sadece, kendisini göremedim. Artık onları da orijinal alırım. Fuarlarda sıfır kitap almak bana biraz saçma geliyor zira internette alabileceğimden çok daha pahalıya alıyorum. O yüzden bundan böyle zaruri durumlar olmadıkça sahaf dışında fuarlardan alışveriş yok! 

Beni en sevindiren şey ise bu sene Kocaeli Kitap Fuarı'nın inanılmaz derecede kalabalık olması oldu, bu beni inanılmaz sevindirdi aynı zamanda kalabalık yordu da tabi ama okuma oranı artıyor mu ne! ^^ -Otobüslerde hala telefona gömülüp oyun oynayanları görünce mutsuz olsam da...-

Notlar

 1. Fuara giderken liste hazırlama. 
2.Rahat kıyafetler -en önemlisi ayakkabılar giyin. 
3.Daha önce hiç okumadığın yazarın kitaplarını alma. 
4.Online önerilere kanma, kitabı iyice araştır sonra al. 
5.İlk bulduğun ucuz kitaba saldırma, diğer sahaflara da bak. (Tecrübe ile sabit, internette bile 19 Tl olan kitabı sen 5 Tl ye alırsın ama arkadaşın gider yepyeni kitabı 1 Tl ye alır)


20 Mayıs 2015 Çarşamba

Yorum: Özgürlüğe Kaçışım/Zindandan Notlar


Adı: Özgürlüğe Kaçışım/Zindandan Notlar
Yazarı: Aliya İzzetbegoviç
Sayfa Sayısı: 416
Yayınevi: Klasik


Sonunda hayatım boyunca en uzun sürede okuduğum ama aynı zamanda en sevdiğim kitapların arasında giren Özgürlüğe Kaçışım'ı bitirmiş bulunmaktayım. Bu kitabı 6 ay önce Babil.com'dan almıştım sanıyorum 4 aydır da okuyorum. -Kitap jelatin ile çok güzel bir şekilde kaplanmış olarak geldi, bu çok hoşuma gitmişti. Keşke her kitap için aynı özen gösterilse ve sapasağlam bir şekilde kitaplarımıza kavuşsak.- Bir oturuşta bitirilecek kitaplardan değil evet ama 4 ayın da bu kitabı bitirmek için biraz uzun bir süreç olduğunu biliyorum. Yine de bu durum beni hiç üzmedi çünkü belki Aliya İzzetbegoviç'in her cümlesini değil ama çoğunu anlayarak, sindirerek okuduğumu düşünüyorum. Bu kitap zaten okuyun sonra da kitaplığınıza koyun türünde bir kitap değil. Sanırım aklıma estikçe bu kitabın sayfalarını karıştıracağım ve İzzetbegoviç'in ne kadar doğru şeyler söylediğine defalarca kez şahit olacağım. Özellikle kitapta geçen diğer eserleri okuduktan sonra kitabı baştan sona bir defa daha okuyacağım. 

Kitap İzzetbegoviç'in mahkumiyeti sırasında almış olduğu notların bir derlemesi. Notlar yazıldığı sıraya göre değil de konusuna göre bölümlere ayrılmış. Bu kitapla ben İzzetbegoviç'e neden Bilge Kral dediklerini çok net bir şekilde anladım. Her okuduğum nottan sonra kendisine bir kere daha hayran kaldım ve bu kadar şeyi bir insan nasıl bilebilir diye düşündüm durdum. Notlarının arasında benim de okumuş olduğum kitaplardan ya da yazarlardan bahsedince inanılmaz sevindim. İşte ben bu kitabı okudum! diye kendimle gurur duydum. Nedense onunla aynı kitapları okumuş olmak beni çok sevindirdi. Tabi çoğunda 'aa, ben hiç böyle düşünmemiştim' de dedim. Okumak ile okumak arasındaki farka bir kere daha tanık oldum anlayacağınız.

Yalnız kitap ile ilgili iki -ufak- sıkıntım oldu. En önemlisi her ne kadar kağıdı kaliteli olsa da, ve özellikle o devasa boyutunu sevsem de bir bölümünde 20 sayfa tekrar basılmış ve sonunda da mektuplar kısmında birkaç sayfa eksiği vardı. Fazlalıklar mühim değil tabi ama keşke eksikler olmasaydı. Bir de notların bölümlere ayrılması bir yandan hoşuma gitti ama bir yandan da İzzetbegoviç'in kendi yazdığı sırasını merak ettim. Bence notların sıralı bir şekilde yer aldığı hali de kitap olarak basılmalı. Ben her iki hali de elimde bulunsun isterdim. 

Kitabı size nasıl anlatayım inanın bilmiyorum. Benim bir çok konuya farklı bakmamı sağladığını, kişisel gelişimim açısından büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Ama daha fazla ne söyleyebilirim ya da bunu daha açık bir şekilde nasıl anlatırım bilemediğim için kitaptan birkaç not paylaşmak istiyorum. 

 "Sadece soran cevap alacaktır."

"Akıllı adam nasıl konuşulacağını bilir. Hikmetli adam ise nasıl suskun kalınacağını da bilir."

"Sıradan (ortalama) bir insan, diğer insanları sevdiği için değil, fakat kendi kendine yetersiz olduğu için sosyal ve girgindir."

" Diktatörlük günahı yasaklasa bile ahlâksızdır, demokrasi ona izin verse bile ahlâklıdır. Ahlâkîlik özgürlükten ayrılamaz. Ancak hür fiil ahlâkî fiildir."

"Şairler, bize geçip gitmiş bir zaman hakkındaki hakikatleri anlatacaklardır, tarihte asla bulamayacağımız türden hakikatleri."

"Paradokslar var: Eğer gece olmasaydı yıldızlı gökyüzünün muhteşem manzaralarından mahrum kalacaktık. Dolayısıyla ışık bizi “görmek”ten mahrum bırakırken karanlık “görme”mizi sağlamaktadır."

" Tüm bu olanlara katlanmamın bir sebebi var."

Ben gerçekten böyle bir kişinin düşüncelerine bir şekilde tanık olduğum için çok mutlu oldum. İç sayfalar için kitapyurdu.com'a göz atmanızı öneririm.

Okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar...

Biblimaniacs Puanı:



18 Mayıs 2015 Pazartesi

MyBookmark

Her kitap severin ayraç problemi var mı, varsa ne boyutta bilmiyorum ama benim bu konuda büyük bir sıkıntım var diyebilirim. Kitaplarımla ayraçlarımın bir şekilde uyumlu olması lazım benim için. İster renkleri, içer şekilleri ama mutlaka bir şeyi... 

Bir süre önce de Etsy'de çok güzel bir hesaba denk geldim Etsy-ayraç harika ayraçları var! Hepsine tek tek aşık oldum. Sipariş edecek olsam biraz pahalıya patlar gibi ama eğer böyle ayraçları ülkemizde temin edebileceğimiz yerleri bileniniz varsa yerini mutlaka söylesin. Bunlar özel yapım ama belki benzeri bir yerlerde vardır, kim bilir :)

En sevdiklerim:







İçlerinde en sevdiklerim bu ayı patileri olmuştur herhalde. Ayının bir parçası ancak bu kadar sevimli gelebilirdi bana ^^ 


Ayraçlar bir de bu güzel kutularda geliyorlar. Daha ne olsun! 


16 Mayıs 2015 Cumartesi

Yorum: Osmanlılar


Adı:  Osmanlılar
Yazarı: Halil İnalcık
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Timaş

Ve Osmanlılar'ı okumayı sonunda bitirdim. İlk kez Halil İnalcık'ın bir kitabını okudum ve wow! Epey yorucu bir süreç oldu benim için. Kitaptaki bilgiler iyi, hoş fakat kendimi araştırma okuyormuş gibi hissettim, kendimi kitaba vermekte çok zorlandım bir süre sonra da bu durum sıkıcı olmaya başladı tabi. Bir roman akıcılığını beklemiyordum tabi ama ne bileyim okuduğum diğer tarih kitapları ile kıyaslayınca sanki okur kitlesi daha çok bu işin içindeki insanlar gibi geldi. Ya da en azından tarih aşıkları diyebilirim yani ben bu kategorinin dışında kalıyorum ^^ Yazarın araştırmaları alınıp direkt matbaaya yollanmış gibiydi, şahsen benim seviyeme biraz ağır geldi. Kitapta konusundan ötürü bir çok eski Türkçe kelimeleri vardı zaten üzerine İngilizce kelimeler de boldu. Benim de kafam karıştı tabi, işin enteresan yanı çoğu Türkçe kelimenin yanında İngilizcelerinin de olmasıydı. Sebebini anlayamadım zaten Türkçesi var ne diye parantez içinde net bir şeyin İngili<cesi verilmiş ki kelimenin karşılığı yok değil, öyle basıldığına göre vardır bir amacı elbet ama ben çözemedim. 

Kitabın sonunda değil de her bölümün sonunda o bölümlere ilişkin kaynakçaların verilmiş olması çok hoşuma gitti. Mutlaka hepsini okumaya dikkat ettim. Kitabın sonunda olsaydı eminim bakmazdım, böylesi daha etkili olmuş.

Kitapta Osmanlı medeniyeti ile ilgili birçok konu vardı, benim için biraz da Kpss'ye pratik oldu diyebilirim. Umuyorum çalıştığım konuların kalıcılığına yardımcı olmuştur. 

Sonuç olarak kitabı sevdim ama daha önce okuduğum tarih kitaplarından oldukça farklıydı, adapte olmam zaman aldı. Bundan sonra yazarın başka kitabını yakın zamanda okumam herhalde ama araştırmalarının ne denli iyi olduğunu bildiğim için mutlaka kitaplarını okumaya devam edeceğim. 

Bibliomaniacs Puan:


Kitap Fuarı Güncesi #1: Kocaeli Kitap Fuarı İlk Gün




Fuarları seviyorum! Hem de çok! 
Aslında bu fuarda çok fazla kitap almamaya karar vermiştim, özellikle ilk gün kitap almayacak (1 tanesi hariç) sadece etrafı dolaşacaktım ama göründüğü gibi öyle bir şey olmadı. O alacağım kitabı almadım ama başka kitaplar aldım. Bu fuarda alacağım kitapların hepsi sahaftan ve tercihen İngilizce olacaktı ama o da olmadı. Ben bu fuar için günler önceden liste hazırlamıştım ve o kitaplar-yazarlar yoksa başka kitap almayacaktım. Çok hazırlıklıydım bu fuar için anlayacağınız ama o da olmadı tabi ki ^^ Liste yaptığım için de bugünden pek bir zevk alamadım. Yani siz siz olun böyle formalitelerle uğraşmayın! En güzel anı yaşamak, inanın öyle. Her ne kadar beklediğim gibi bir ilk gün olmasa da aldığım kitaplardan memnunum. Fuar zamanı dışında sahaflardan kitap almıyorum genellikle online sipariş ediyorum -kitapçılara dolaşsam bile- ama fuar zamanı gelince o kadar sahafı bir arada görünce çok mutlu oluyorum. Tabi bazı sahaflar kitapları neredeyse orijinal fiyatına satıyorlar -basımının çok eski olması ya da kitabın kötü durumda olması da yıldırmıyor onları-, dikkat ediyoruz onlardan kitap almamaya çalışıyoruz ^^ Neyse ki benim kitaplarımın sadece durumları değil kokuları da çok güzel! Aşkname sandık kokuyor ki ben bayılırım o kokuya, sırf kokusu için aldım o kitabı yoksa İskender Pala'nın o kitabını almak aklımda yoktu. 
Bugün bir de Nuri Pakdil'i dinlemek nasip oldu.. Sadık Yalsızuçanlar da vardı ama ne yazık ki o sıra kendimi sahafların raflarına kaptırmıştım. Bir sonraki fuara kısmetse...
Bugün oldukça kalabalık olduğu için çok da dolaşamadım açıkçası ama acısını çıkartacağım. Sonuç olarak fuarın ilk günü benim için tamamlanmış oldu. Bir sonraki günü iple çekiyorum! 

15 Mayıs 2015 Cuma

Top 5 Cuma: Tek Seferlik Yazarlar


Sevmediğim bir huyum var ki o da bir kitabı okumuş ve de çok beğenmişsem aynı yazarın başka kitaplarını okumak yerine gidip aynı konu ya da tür üzerine yazılmış başka yazarların kitaplarını okumayı tercih ediyor olmam. Tabi sonuç olarak o çok beğendiğim kitaptaki tadı diğerlerinde bulamıyorum fakat dönüp de o yazarın başka kitaplarını almayı da akıl edemiyorum. Ya da bilmiyorum, bir şey itiyor beni o kitapları almamam için. Bazen özellikle almıyorum orası ayrı, eğer kitabı çok sevmişsem yazarın diğer kitaplarından aynı zevki alamam diye korkuyorum. Evet, biliyorum saçma bir düşünce ama işte... Ben de bu huyumu değiştirmeye karar verdim ve bu yazımı yazmaya da öyle başladım. Tek amacım kendimi değiştirmek yani.. tabi ki sadece bu değil, o çok sevdiğim kitapları sizlerle de paylaşmak istedim. Olur da bu yazıdan sonra bahsettiğim kitaplardan birini okumaya karar verirseniz umarım pişman olmazsınız :) 

Nazan Bekiroğlu: Listenin başını kesinlikle Nazan Bekiroğlu çekiyor, La Sonsuzluk Hecesi'ni okumamın üzerinden 4 sene falan geçmiştir fakat ben hala yazarın başka kitabını okumadım. Şaka yapmıyorum! Ve size sunabileceğim tek sebep de : La'dan sonra hayal kırıklığı yaşamak istemiyorum. Kitap o kadar iyiydi ki kendimce okuyacağım diğer kitabın kötü olacağı konusunda neredeyse eminim. Gökten bir kitabı düşsün ve mükemmel olsun bendeki bu korku da gitsin istiyorum. Önerilere açığım pek tabi. 

Mustafa Kutlu: Yazarın okuduğum kitabı Uzun Hikaye (yorum için tık tık), yorumu okuyanlar da zaten kitabı ne kadar sevdiğimi bilirler. Aslında Mustafa Kutlu'nun diğer kitaplarını okuma konusunda oldukça kararlıyım ama bir türlü okuyamadım. Kendisinin farklı bir kitabını sipariş edeyim derken gidip başka bir yazarın kitabını sipariş ettiğim olayı burada paylaştım mı bilmiyorum ama başımdan öyle bir olay geçti, ondan beridir de bir türlü yolum yazarın başka kitaplarıyla kesişmedi. Ama kararlıyım okumaya devam edeceğim. 

Barış Müstecaplıoğlu: Şamanlar Diyarından da 1 Yayınevi 1 Kitap  yazımda daha önce bahsetmiştim. Kitabı okurken ne kadar zevk aldığımı hala hatırlıyorum ama işte aksilikler aksilikler... Çok farklı ve başarılı bir anlatım tarzı var yazarın, herkese hitap eder mi bilmem ama eminim diğer kitapları da bu kitabı kadar güzeldir ve herkese de tavsiye ederim.

Amin Maalouf: Yazarın ince mi ince kitabı olan Ölümcül Kimlikler kitabı okuduğum tek kitabı. Ve şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki şu ana kadar okuduğum yazarlardan en iyi kalemi olanlardan biridir kendisi. Neden başka kitabını okumadın diye sormayın şu listede sadece Nazan Bekiroğlu'nun diğer kitaplarını neden okumadığımı biliyorum diğerlerini ise hayır, hiçbir sebebim yok. Sanırım daldan dala atlamayı seviyorum. Aynı yazarı peş peşe okurken sıkılıyorum, ama tabi bu yazı bir nevi kendime verdiğim bir söz. Yakın zamanda bu listedeki her yazarın bir kitabını okuyacağım. 

Hannah Beckerman: Ve listedeki tek İngiliz yazar, açıkçası listemden çok mutluyum çünkü son zamanlarda İngiliz ve Amerikan yazarların kitaplarını çok okuyorum ve bu durumdan birazcık rahatsız olmaya başlamıştım.  Neyse biz gelelim Hannah Beckerman'a. En baştan söyleyeyim, kendisi 2014 boyunca okuduğum en iyi kitap/yazarların başını çekiyor. Kitap hala aklımda, önüme gelene de öneriyorum. Buyurun o kitap için yorumum : The Dead Wife's Handbook. Bu kitap Türkçe'ye çevrilsin ve herkes okusun istiyorum. Beni en çok etkisi altında bırakan kitaplardan biridir kendisi. Bu arada bu yazarın kitaplarını da neden okumadığımı biliyorum : yazarın başka kitabı yok da ondan! Yeni kitapları çıksın hiç vakit kaybetmeden okuyacağıma emin olabilirsiniz. 

12 Mayıs 2015 Salı

Yorum: Fil Kadar Küçük


Adı: Fil Kadar Küçük
Orijinal Adı: Small as an Elephant
Yazarı: Jennifer Richard Jacobson
Yayın Evi: İthaki
Sayfa Sayısı: 232


Bu kitabı çocuk kitabı olduğunu bilmeden aldım ama sonuçtan hiç de pişman değilim. Zaten geleceğin öğretmeni (kısmetse) olarak çocuk kitapları okumaya dikkat ediyorum ve uzun zamandır bir tanesini okumadığım için bu hoş bir tesadüf oldu diyebilirim. 

Aslında ben hikaye de bir fil hakkında zannediyordum ama değilmiş. Fillerle ilgili kısım 11 yaşındaki Jack'in fillere olan büyük tutkusu diyebilirim. Annesi ile Maine'de kamp yapmaya giden Jack sabah uyandığında annesinin gitmiş olduğunu fark eder, hem de bütün eşyalarını da yanına alarak. Yani Jack sadece tek başına değil aynı zamanda yiyecek ve parası olmadan ortada kalmıştır. Yanında sadece kendi kıyafetleri, çadırı ve bir de şarjı bitmek üzere olan telefonu kalmıştır. Kitap Jack'in annesini bulmaya çalışmasını konu alıyor ama hikaye ilerledikçe Jack'in aradığı şeyin aslında çok daha farklı bir şey olduğunu anlıyoruz. 

Jack'in annesinin psikolojik problemleri var ve Jack'i büyükannesinin çok kötü biri olduğuna inandırmış. Babası da olmayan Jack eve dönmek yerine her türlü yolu deneyip annesine ulaşmaya çalışıyor. Kitapta çaresiz ama bir o kadar da azimli bir çocuğun maceralarına tanık oluyoruz.

Kitap bana çok şey öğretti, her bölümün başında filler ile ilgili verilen bilgiler de çok güzeldi. Normal zamanlarda bile bu tarz bilgileri araştıran biri olarak kitabın en sevdiğim kısımlar bölümlerin başlangıçları oldu.  

Kitabın anlatımını çok sevdim, Jack'i anlayabildim. Ayrıca çevirisi de çok güzeldi. Orijinaline de baktım ve bir daha okumak istesem sanırım kendi dilimde okumayı tercih ederim. Yani o kadar temiz bir çeviri olmuş. 

Kitabın tasarımı orijinalinin neredeyse aynısıydı, değişik de olabilirmiş ama bu kapak kitaba çok yakışmış diye düşünüyorum. Tek sıkıntım orijinal kapaktaki filin daha minik ve tatlı olması. Eh o kadar da olsun ama değil mi ^^

Şu sıralar izlediğim diziler de, okuduğum kitaplar da çok güzel. Aman nazar değmesin! 

Bu kitabı herkese öneriyorum, özellikle eğitimcilere ve pek tabi annelere. Bir çocuğun gözünde anne ne kadar önemli, kafalarına koydukları şeyleri yapmak için denemeyecekleri yol olmadığını görmek için güzel bir adım olur diye düşünüyorum. 

Keyifli okumalar... 

Bibliomaniacs Puanı:




5 Mayıs 2015 Salı

Yorum: I've Got Your Number / Numaran Bende Var (Sophie Kinsella)


Adı: Numaran Bende Var
Orijinal Adı: I've Got Your Number
Yazar: Sophie Kinsella
Sayfa: 433


Bu kitabı daha aradan iki sene bile geçmeden ikinci defa okuyuşum. Normalde bir kitabı ikinci defa okumam (Martı Jonathan Livingston hariç, o da çok kısaydı sayılır mı bilmiyorum). Bu kitabı neden ikinci defa okuduğumu düşünüyordum ki goodreads'te bir yorum görünce acı gerçekle karşılaştım. O yazıda diyordu ki Sophie Kinsella okumanın işaret ettikleri: 
1. sinirsel bir yıkımın eşiğindesiniz
2.
.
.
diğer maddeleri okumama gerek bile kalmadı bu maddeden sonra zaten. Evet farkındayım moralim bu sıralar sebepsiz yere bozuk. Ya da belki de üniversiteyi bitiriyor olmam sandığım kadar güzel bir şey değil. Neyse. Sonuç olarak bu kitabı okudum ve itiraf etmem gerekirse çok da iyi geldi. Ben bu yazarı çok seviyorum. 'Masum' bir kalemi var.  Chick-lit okuyanlar ne demek istediğimi anlamışlardır. Lafı uzatmayıp hemen konusuna bakalım;

Şu dünyada kaybetmemem gereken tek şeyi kaybettim. Nişan yüzüğümü! Magnus'un üç nesillik aile yadigarı. Ve şimdi, tam da annesiyle babasının döndüğü gün kaybettim. Kaybetmek için o günü buldum. Derin derin nefes al, Poppy. Olumlu düşün :) 
Bir hayır yemeğinde kızlarla iki kadeh şampanya devirdikten sonra Poppy'nin hayatı bir anda tepetaklak oldu. Yalnızca nişan yüzüğünü kaybetmekle kalmadı, arkasından yaşanan panikte cep telefonundan da oldu. Titrek bacaklarla otelin lobisinde dört dönerken, bir çöp kutusunda terk edilmiş bir telefon buldu. E, mal bulanındır demişler! Artık otele bir numara bırakabilirdi. Kaderinde vardı demek ki! Tek sorun şuydu ki, telefonun sahibi işadamı Sam Roxton, onunla aynı fikirde değildi. Cep telefonunu geri istiyordu ve Poppy'nin, tüm mesajlarını okumasından ve özel hayatına burnunu sokmasından hiç hoşlanmamıştı. Üstüne üstlük yüzüğü bulana kadar Poppy'nin tek elle idare etmesi gerekecekti! Düğün hazırlıkları, Sam'in geçici asistanlığı vazifesi ve başına bizzat açtığı türlü belalar yüzünden işler iyice karışacaktı.
Sizin ilginizi çeker mi bilmem ama ben birbirlerinin yüzlerini doğru düzgün görmeden mesajlar ile birbirlerine aşık olan karakterlere bayılıyorum. En sevdiğim chick-lit konularından biridir ;) bkz.Attachments - Rainbow Rowell. Haliyle bu kitabı da çok seviyorum.

Kitap hakkında ne demeliyim bilmiyorum zira ikinci defa okudum ve kendimi tekrar ediyormuş gibi hissediyorum. Biraz daha yazmaya kalkarsam iyice saçmalayacağım. 
Bu okuyuşumda tek bir değişiklik oldu o da ilk okuduğumda 5 puan vermiştim kitaba ve bu sefer 4 veriyorum. Sebebi de o seferden sonra birçok Sophie Kinsella + başka yazarların chick-lit kitaplarını okumuş olmam. Bu kadarı da olsun ama değil mi ;) Yine de bu kitap her zaman en sevdiğim chick-litlerden biri olarak kalacak gibi... Tavsiye ederim. 

Sevgiler...

Bibliomaniacs Puan: